| KUTLU FORUM Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz |
|
| Kur'an'a deist itirazlar -ALi Bulaç | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
@bdulKadir Adminstratör
Mesaj Sayısı : 6736 Rep Gücü : 10015190 Rep Puanı : 97 Kayıt tarihi : 17/03/09 Yaş : 61 Nerden : İzmir
| Konu: Kur'an'a deist itirazlar -ALi Bulaç Paz Eyl. 25, 2011 5:01 am | |
| Kur'an'a deist itirazlar (1)
Bundan bir süre önce Taraf yazarı Ayşe Hür, Kur'an'ın tevatüren bugüne kadar bize gelen 'metni'nin sıhhati konusunda kuşku uyandırıcı iki yazı yazıp "birden fazla Kur'an" olduğunu iddia etti (28 Ağustos-4 Eylül 2011). Konu haklı olarak çeşitli tartışmalara yol açtı. Değerli yazarımız Ali Ünal, Zaman'da güzel bir cevap yazdı (31 Ağustos). Çok sayıda okuyucum benden de konuyla ilgilenmemi talep ediyor.
Belirtmek gerekir ki, yazara cevap verme niyetim yok. Çünkü bir konunun esasıyla ilgili fahiş bilgi yanlışlığı (maddi hata) yapılıyorsa ve bu vahim hataya rağmen yazar hâlâ yazmaya devam ediyorsa alınacak muhatap yoktur. Söylediklerimin havada kalan 'suçlamalar' sınıfında ele alınmaması için sadece iki maddi hatayı zikretmekle yetineceğim, o da "vahy kâtipleri"yle ilgili olacaktır.
Kendinden emin bir üslupla "vahy kâtipleri"nin etnik ve dinî kökeni ve sayısıyla ilgili bir uzlaşma olmadığını belirten yazar "İslami kaynaklarda adı en çok tekrarlananlar" olarak şu isimleri sıralamaktadır: "Yunanlı Bel'am, Yaiş, Yemenli Cebr, Yessar, Addas, İman, İranlı Selman, Yahudi Bahura, Verka, Abdullah ibn Selam".
Bu listede tanıdık iki isim var sadece: Selman-ı Farisi ve Abdullah ibn Selam. Diğerleri ne kaynaklarda geçer ne isimlerini duymuş bir Allah'ın kulu var. Hz. Musa zamanı Mısırı'nda yaşamış bulunan Bel'am'ı, Efendimiz'i küçük çocukken Şam tarafında görmüş Rahip Bahira'yı; Yemenli Cebr, Addas, İman, Verka diye bilinmedik kavram ve isimleri 'vahy kâtipliği'ne kaydeden bir yazar ciddiye alınır mı? Olsa olsa, bu ardı arkası gelmeyen itirazın nereden kaynaklandığı meselesi üzerinde durulur. Biz de öyle yapacağız.
Yazarın ikinci vahim maddi hatası "kıraat farkı"nı "farklı Kur'anlar"ı çağrıştıracak şekilde ele almasıdır. Kıraat farkı İslami literatürde çok meşhurdur (Bkz. Sıracaddin Öztoprak, Kur'an Kıraati -Kıraat-i aşere-, Beyan Y. İst.) Kıraat farkı hem tefsire, hem fıkhi içtihatlara hem İslam'ın irfan mirasına büyük zenginlik katmıştır. Ancak farklı kıraatlar, İslam inancının ve İslami hükümlerin esasıyla ilgili temel hiçbir farklılık getirmemiştir. Bu da İslam vahyinin mucizevi özelliklerinden biridir. Çünkü bizzat Hz. Peygamber (sas) "Kur'an yedi harf üzere inmiştir" (Müsned, I, 24) buyurmuştur ki, sonraları icma ile temel alınan Kureyş lehçesidir. Burada kıraat (vecih) farkını iki düzeyde düşünmek lazım: Biri farklı tefsir ve içtihatları mümkün kılan kıraat farkı, diğeri lehçe (ağız) farkıdır. Vahyin esasını -itikat, ibadet, ahlak, muamelat ve ukubat- hiçbir şekilde etkilemeyen kıraat farkı İslami mirasın zenginliğidir; lehçe farkı ise ağız farkıdır. Mesela Urfalıların "sana-bana"ya "siye-biye"; Trakyalıların "hayat"a "h" harfini hazfedip "ayat", "helal"e "elal"; Karadenizlilerin "Dursun"a "Tursun"; Egelilerin "Bakayım"a "Bakem" veya "Dükkân"a "Dukkan"; Mısırlıların "kalb"e "elb", "cemal"e "gemal" demeleri gibi. Kureyş lehçesi, Türkçede "İstanbul -hatta Kadıköy- Türkçesi"ne tekabül eder. Doğru telaffuz İstanbul Türkçesidir. Ermenistan seferinden sonra telaffuz farkının tehlikelere yol açacağına karar verildiğinde, Kur'an'ın Kureyş lehçesiyle yazılmasına karar verildi ki, bu lehçe üzerine Sünni, Şii, Zeydi, Zahiri, İbadi bütün İslam mezhepleri ve bilginleri icma etmiş bulunmaktadır.
Buna rağmen lehçe farkı eğer iddia edildiği seviyelerde önemli ise bu iddia sahiplerinin bize iki konuda tatmin edici itirazlarda bulunmaları gerekir:
a) Kıraat farkı "birden fazla Kur'an"a mesnet teşkil ediyorsa, bu kıraat farklarının ne gibi temel farklılıklara yol açtıklarını bize somut olarak göstermeleri gerekir. Mesela kıraat farkı, farklı itikadlara, farklı hükümlere mi yol açıyor? Bize hiç değilse bir iki örnek göstermeleri icap eder.
b) Yemame ve Ermenistan seferinden sonra toplanan Kur'an'da eksik veya fazlalıklar varsa, -şaz rivayetler, "kıyle" hükmündeki söylentiler, gulat-ı Şia fırkaları dışında- bunlar da somut olarak ortaya konulmalı.
Belirtmek gerekir ki bu iş üzerinde vargücüyle çalışan Hıristiyan ve oryantalist dünyada henüz böyle bir çalışma yapılmadı.
******************
Kur'an'a deist itirazlar (2)
Geçen yazıda "kıraat farkı"nın dilbilimcilerin, tefsircilerin ve müçtehitlerin Arapçaya mahsus i'rabla ilgili görüş farkından ve Arapçanın değişik lehçe/ağızlarla konuşulmasından kaynaklanıp bunun dinin inanç, amel ve hükümleriyle ilgili herhangi bir değişikliğe mesnet teşkil etmediğine değinmiştik. Bugün zaruretler dolayısıyla "Kur'an'ın toplanması (cem-i Kur'an)" konusunu ele alacağız.
İlk defa H. 12. yılda Yemame Savaşı'yla Kur'an bir araya toplatılmak istendiğinde toplama işi sadece Kur'an'ı ezbere bilenlerin hafızaları esas alınarak yapılmadı. Savaşa katılan 13 bin askerden üç bini Kur'an hafızı idi. Ezberlerinden yararlanmak amacıyla hafızlar cepheden geri çekildiklerinde yolda uğradıkları bir baskında 700'ü şehid düşmüş, geriye 2300 hafız kalmıştı ki bunlar Medine'ye sağ salim varmayı başarmıştı. Bunlardan başka gerek Suyuti'nin (Suyuti, İtkan fi Ulumi'l-Kur'an, 1, 124) ve gerekse Suphi es-Salih'in de açıkça belirttiği gibi (Suphi es-Salih, Kur'an İlimleri, çev. S. Said Şimşek, ty. Konya, s. 56) güvenilir rivayetlerle tam 23 kişi Kur'an hafızı olarak isimleriyle anılmaktadır. 23 kişiyle birlikte 2300 hafızın ismini tek tek yazmak takdir olunur ki herhangi bir kaynağı "kütük defteri"ne çevirir, buna gerek yoktur.
"Kur'an sahabenin hafızasında kalmasın, yazılı metin haline getirilsin" düşüncesiyle Hz. Ebubekir (ra) zamanında toplanan mushafa alınacak her ayet için asgari iki şahit ve ayetin yazılı olması şartı aranmıştır. Suyuti, Hz. Ebubekir'in Hz. Peygamber'in (sas) evinde Kur'an sahifelerini bulduğunu ve bunların bir iple ciltlenmiş olduğunu söylediğini yazar. (Suyuti, age, 1, 73) Bu iki olay, başından beri Kur'an'ın çeşitli nesneler üzerinde yazılı olduğunu göstermektedir. Toplama esnasında iki şahitle gelen her ayet hafızlarca doğrulanmış, bu konuda görüş ayrılığı olmamıştır. (Suphi es-Salih, s. 63) Böylece ilk tam nüsha teşekkül etmiş, önce Hz. Ebubekir'de kalmış, sonra Hz. Ömer (ra) ve ondan sonra kızı Hz. Hafsa'ya (r.anha) intikal etmiştir. Kaldı ki Hz. Peygamber ve ashap her namazda Kur'an'ı Fatiha'dan sonra okur (zamme-i sure) bu yönde Hz. Peygamber tarafından sürekli teşvik yapılırdı. (Daha geniş bilgi için bkz. Hasan Elik, Kur'an'ın Korunmuşluğu Üzerine, s. 68 vd., İst.-2008) Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamber'in sahabeler arasında sistemli bir hıfzetme kampanyası yürüttüğünü anlatır. Veda hutbesinde Hz. Peygamber'in yaklaşık 120 bin kişiye hitap ettiği düşünülürse, daha o zaman kaç bin kişinin Kur'an'ı ezberlediği ve namazda okuduğu kolayca tahmin edilebilir.
H. 25'te Ermenistan fethedilirken İslam askerleri arasında çıkan tartışma, "farklı Kur'an"lara değil; okuyuş, lehçe ve şive farkına işaret eder. Hz. Osman (ra) bu farklılıktan doğan sakıncaları bertaraf etmek üzere, yine Zeyd b. Sabit başkanlığında 12 kişilik bir heyet teşkil etti. Yine ilke olarak sureler yazılı olarak toplandı ve hafızlarca doğrulandı. Tevbe Suresi'nin son iki ayetinin tek kişinin tanıklığıyla sadece Huzeyme'de bulunduğu doğrudur. Ancak hafızlar bunlara itiraz etmediği gibi, yıllar önce bizzat Hz. Peygamber'in Huzeyme'yi iki şahit yerine kabul ettiğini herkes biliyordu. Kaldı ki, Hz. Osman zamanında toplanan mushafla daha önce Hz. Ebubekir zamanında toplanan ve Hz. Hafsa'da bulunan mushafla-toplamadan sonra alınıp mukayese edildiğinde, iki nüshanın tam tamına birbirlerine uygun olduğu görüldü. (Prof. Muhammed Hamidullah, Kur'an-ı Kerim Tarihi, çev. M. Mutlu, 1965, İst, s. 48; Ahmet Cevdet Paşa- A. Muhammed ed Dabba, Kur'an Tarihi ve Kur'an Okumanın Edepleri, Trc. A. Osman Yüksel, İst.-1989, s. 25 vd.)
Bu mukayeseden sonra Hz. Osman, Haf-sa'nın nüshasını kendisine iade etti ve Kur'an'ı yedi adet istinsah ederek Maveraünnehir'den Yemen'e kadar belli başlı İslam merkezlerine gönderdi, birisini de kendisinde alıkoydu. (Belazuri, Fütuhu-l Buldan s. 48) Hz. Osman'ın bu ikinci toplamaya başlamadan önce Hafsa'nın nüshasını aldığı iddia edilir, doğru değildir, ikinci toplamanın sonunda Hafsa'dan nüsha alınıp mukayeseye gidilmiştir. | |
| | | huzeyfe Süper Moderatör
Mesaj Sayısı : 7719 Rep Gücü : 18108 Rep Puanı : 23 Kayıt tarihi : 27/03/09
| Konu: Geri: Kur'an'a deist itirazlar -ALi Bulaç Çarş. Ekim 05, 2011 8:38 am | |
| Kur'an'a deist itirazlar (3)
Suyuti, Hz. Osman'ın lehçe farkını ortadan kaldıran resmî nüshaya uymayan parçaların (mushaflar değil) yakılmasını emrettiğini yazar.
Hz. Osman'ın yapmak istediği, Kureyş lehçesini yazılı hale getirmekti. (Taberi, Tefsir 1, 21) Yoksa iddia edildiği gibi "iki resmî nüsha" veya "farklı Kur'anlar"dan birini seçip diğerlerini yakmak değildir, böyle bir şey hiç olmamıştır.
Kuşkusuz marjinal sapkın fırkalar, oryantalistler ve deistler dışında, elimizde mevcut Kur'an ile o günkü Kur'an arasında fark olduğunu iddia eden çıkmamıştır. Bu konuda Sünni ve Şiiler arasında hiçbir görüş ayrılığı yok. Bütün Şii alimleri de Sünni kaynaklarla aynı bilgileri verir ve görüşleri teyid eder. (Bkz. Allame M.H. Tabatabai, İslam'da Kur'an, çev. A. Erdinç, İst.-1988, s. 130 vd.) Yüz yıllardan beri İran ve başka Şii merkezlerde basılan Kur'an nüshaları bizimkilerle aynıdır. Harici-İbadilerin de takip ettiği Sünni ve Şiilerin elindekiyle aynıdır. (Bkz. 'Osman Taha hattıyla' Resm-i Osmani-Kur'an-ı Kerim, Umman, 1419-1998 baskısı.)
Ancak ilk zamanlarda bazı insanlar ellerindeki Kur'an parçacıklarını okurken sahife kenarlarına ya Hz. Peygamber'den konuyla ilgili rivayet edilen hadisleri veya kendi tefsirlerini not olarak yazmışlardı. Zaman zaman bu notları metinle karıştıranlar olsa bile, resmî nüshalar her zaman orijinal metni korumaya yetmiştir. Nasıl bugün hatalı hat veya yanlış dizgiyle piyasaya çıkma ihtimaline karşı Diyanet denetleyici rol oynuyorsa, bunun gibi 'resmî nüshalar' da tarihte böylesine önemli rol oynamıştır. Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde ve nesilden nesile özenle aktarılan resmî baskılar dikkatle incelendiğinde Kur'an'ın lafzında en ufak bir değişikliğin olmadığı kesin olarak görülür. (M. Hamidullah, Age., s. 55)
Zihinleri bulandıran "farklı Kur'an'lar" iddiası ustaca "nüzul sırasına göre düzenlenmiş sure sıralaması"na dayandırılır. Bu surelerin nüzulüne (hangi sure ne zaman ve hangi sureden önce veya sonra indiği) ilişkin basit ve içerikle ilgili olmayan bir farklılıktır. Surelerin sıra veya yer değiştirmesi Kur'an'da eksiklik-fazlalık veya farklılık doğurmaz, daha uzmanca bir okumayla bize Kur'an'ın tedrici toplumsal değişimde takip ettiği yol haritası hakkında bilgi verir. Üç farklı iniş sırası (Hz. Osman, İbn Abbas ve Cafer es-Sadık) için bkz. Ali Bulaç, Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Anlamı, 2011, İstanbul.
Mervan'ın Hz. Hafsa'nın nüshasını yaktırdığı iddiasına gelince. Bunun tarihen kesin olarak vuku bulduğundan emin değiliz. Olmuşsa bile bu olay asıl özgün nüshanın yok olduğu anlamına gelmez. Çünkü Hz. Osman zamanında bu nüsha ile mukayese yapılmış ve ikisi arasında herhangi bir farklılık tespit edilememiştir. Muaviye zamanında yine okuyuş farkına yol açar düşüncesiyle ayetlerin noktalandığı biliniyor. Bu bilgiye yer veren kaynaklar Mervan'ın kendi ağzıyla, noktalanmış mushafları noktasız olan Hafsa nüshasıyla ihtilaflara sebep olur düşüncesiyle o nüshayı yaktırdığını söyler. (S. Es-Salih, Age. s. 631) En çok üzerinde durulan fark, Tevbe Suresi'nin son iki ayetidir (9/128-129); bu iki ayet de Kur'an-ı Kerim'in diğer ayetlerince birkaç yerde desteklenmektedir. Ayetlerin lafız ve üsluplarına dikkatle bakıldığında form açısından hadis, sahabe kavli, kelam-ı kibar, şiir, menkıbe vb. beşeri metinlerden tamamen ayrı olup Kur'an nazmının bütün özelliklerini taşımaktadırlar.
Abdullah İbn Mesud'un son iki sureyi (113-114) Kur'an'dan saymadığı yolunda bazı rivayetler var. Bunlar kesinlik kazanmamış söylentilerin malumat -"bu meyanda iddialar da var, haberiniz olsun"- cinsinden kitaplara dercedilmesinden ibarettir, "recm" ile ilgili sure, keçinin yazılı metin yemesi vb. yalan yanlış söylentiler de böyledir. İbn Mes'ud'a isnat edilen haberler doğru olsa bile, bu onun bu konuda yanıldığını veya sadece bu iki sure başındaki "kul (De ki:)" ifadenin onu yanılttığını gösterir. Tek bir kişinin özel kanaati ne derece tutarlı ve kabule şayan görülebilir ki? Daha geniş bilgi için bkz. (Mevdudi, Tefhimü'l-Kur'an, 1988 baskısı, İst., 7, 310. vd.)
************************* Kur'an'a deist itirazlar (4)
Kur'an-ı Kerim, inanç gruplarını şöyle sıralar: "Allah'ı ve elçilerini inkâr eden, Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isteyen, 'Bazısına inanırız, bazısını tanımayız' diyen ve bu ikisi arasında bir yol tutturmak isteyenler...
Allah'a ve Resûlü'ne inananlar ve onlardan hiçbiri arasında ayrım yapmayanlar." (4/Nisa, 150-152.) Gruplara yakından bakalım:
a) "Ateistler": Ne Tanrı'nın varlığına inanırlar ne Tanrı'nın elçiler gönderdiğini kabul ederler: "Allah'ı ve elçilerini inkâr edenler". Bunlara göre, içinde yaşadıkları evin mimarı/projesi, yapım ustası ve işçileri yoktur. Varlık âlemi (evren) de böyledir, kendi kendine vücud bulmuş, kendi yasalarını (kozmik ve tabii) kendisi koymuştur, anlamdan ve amaçtan yoksun olarak zaman içinde (öylesine!?) akıp gitmektedir.
b) "Deistler": Tanrı'nın varlığına inanır, elçiler gönderdiği fikrini reddederler: "Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isteyenler." Deistlerin bir bölümü de "Hz. Muhammed eski dinlerin etkisinde kalıp Kur'an'ı vücuda getirdi" veya "Elimizde sahih bir Kur'an metni yok, Hz. Muhammed'in vahy kâtiplerine yazdırdığı parçalar kaybolmuş" diyenler. Deistlerin Tanrı'nın varlığına, hatta tek bir Tanrı'ya inanmalarının bir değeri yoktur. Çünkü "Onlar 'Allah hiçbir şey indirmemiştir' diyerek Allah'ı hakkıyla takdir etmiş değildirler." (6/En'am, 91)
"Peygamber" fikrinin merkezî önem taşımadığı Sabiiler, Mecusiler, Budistler, Brahmanistler, Taoistler, Shintoistler vb.nin de bu gruba dâhil olduklarını söyleyebiliriz.
c) "Kitap ehli": Tanrı'nın varlığına ve elçi gönderdiğine inanıp, bir kısmını kabul ederken bir kısmını reddederler: Yahudiler, Hz. İsa'nın (as) ve Hz. Muhammed'in (sas) peygamberliklerini tanımazlar. Hıristiyanlar, Hz. Musa'yı ve Hz. İsa'yı teyid ederlerken, Hz. Muhammed'in (sas) risaletini inkâr ederler: "Bazısına inanırız, bazısını tanımayız' diyenler."
d) "Arada kalanlar": Tanrı'nın varlığı, vahy, risalet ve İslam şeriatı konusunda tereddüt içinde olanlar. Bunlar da iki gruptur: d1) Tanrı'nın varlığının bilinemeyeceğini öne süren agnostikler (bilinmezciler), bir türlü karar veremedikleri için, "Bilmiyorum, ilgilenmiyorum, olabilir de olmayabilir de, bir şey diyemem, acaba gönderdi mi?" diye soranlar, d2) "Dinî hükümleri toplumsal ve kamusal hayatın dışına çıkarmak" isteyenler: "Bu ikisi arasında bir yol tutturmak isteyenler".
e) Allah'ın varlığına, elçiler gönderdiğine, Hz. Âdem'den Son Peygamber'e kadar -salat ve selam hepsinin üzerine olsun- nübüvvet zincirinde yer alan bütün peygamberlere inanan ve aralarında ayırım yapmayan biz "Müslümanlar".
Kur'an'ın sıhhati konusunda en büyük itiraz Kitap ehli Yahudilerle Hıristiyanlardan ve deistlerden gelir. Hasmane bir tutum veya kendi içlerinde tatminsizlik içinde iseler ateistler ve agnostikler de bu gruba katılırlar.
Deistler, vahye karşıdırlar ve bu çerçevede Kur'an etrafında oluşacak en ufak bir kuşkuya dört elle sarılırlar. Çoğu ayetin işaret ettiği "arada kalanlar"dan oluşurlar. Yahudi ve Hıristiyanlar, saldırgan ateist ve agnostikler, deistler ve İslam dünyasında "arada kalanlar" bir "ret bloku" oluşturup Kur'an konusunda şu dört şüpheyi yaygınlaştırmaya çalışıyorlar:
1) Kur'an vahy değildir, Hz. Muhammed bunu kendisi yazmıştır;
2) Kur'an, Tevrat ve İncil'den alıntılardır. Hz. Muhammed görüştüğü din adamları veya dinî anlatıların etkisinde bu kitabı yazmıştır;
3) Orijinal değildir. Toplanması ve istinsahı sürecinde sorunlar yaşanmıştır, "birden fazla Kur'an" vardır.
4) Vahy ise bile Kur'an tarihsel ve toplumsal durumların, indiği çağın ürünüdür. Hükümleri evrensel ve ebedi değildir. Kur'an'ı tarihsel veya hermönetik yeni okumalara tabi tutmak gerekir, çünkü modern dünyanın gereklerine uymuyor.
Bu iddialar hep tekrarlanagelmiştir. (25/Furkan, 4) Küresel güçler, vahy olmadığını Müslümanlara kabul ettirmedikçe bölgesel ve küresel hâkimiyetlerini kuramayacaklarını bildiklerinden, Kur'an'la ilgili kuşkular için olağanüstü çaba harcıyorlar. Bizim için "Onda en ufak bir şüphe yoktur". (2/Bakara, 2) İmanımız, akıl ve bilgi dışı bir 'inanç' veya soyut bir kabul değil; kendisinden bilgiyle (ilm) emin olduğumuz hakikattir. | |
| | | | Kur'an'a deist itirazlar -ALi Bulaç | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|