KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Empty
MesajKonu: Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI   Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Icon_minitimeSalı Ağus. 18, 2009 9:26 am

Ehl-İ Sünnet İnancına Göre Mehdilik Meselesi
Ehl-i Sünnet İnancına Göre Mehdilik Meselesi -1
Yrd. Doç. Zeki SARITOPRAK

Mehdi, İslâm dünyasının Şiisiyle Sünnîsîyle yıllardır yolunu gözlediği esatiri şahsiyet.Gelmesi muhakkak ama zamanı ve kimliği rivayetlerin ve yorumların bulanıklığına maruz. Şeytanın hâkimiyet kurduğu veya kurduğunu sandığı bir anda gelecek, bizleri illüzyonların mahkûmu ve mağduru olmaktan kurtaracak.
Hz. Peygamber, asırların geçmesiyle küfrün yeniden boy atacağını, şeytanın üsler kurup hâkimiyetini tesis edeceğini görmüş, Cenâb-ı Hakk'ın ümmet-i merhumeye rahmeti olmak üzere, kuvvet-i kudsiye sahibi bir Zâtı, İlâhî imdat olarak göndereceğini müjdelemiştir. Gelmesi beklenen zat, gelecektir, ama bize düşen de ona yardım etmek, geldiği zaman kurulmuş müesseseler bulmasını temin etmektir.
Yazımız, bu konuları ayet ve hadis destekli ve sosyolojik gerçeklere atıf yaparak ele alıyor, Mehdi'nin kimliği, soyu, şekli ve zamanı, nerede ve nasıl ortaya çıkacağı gibi çetrefil konuları bir makale sınırları içinde takdim ediyor.
Saygıyla arzediyoruz.
Giriş
Meşhur Müslüman tarihçi ve sosyolog İbn Haldun, "geleceği merak etme, insan fıtratının özelliklerindendir" der. Dünyanın ne kadar ömrü kaldığını merak edip, öğrenmeye çalışmanın insan tabiatının gereği olduğunu savunur.1 İnsanlar zor ve sıkıntılı dönemlerde sürekli bir "kurtarıcı" arayışı içine girmişlerdir. Bazen meçhul bir şahıs, bazen bir lider, bazen de bir bilgin kurtarıcı olarak benimsenmiştir. Bu sayede insanlar sıkıntılarını biraz olsun atlatmış, bir derece teselli bulmuşlardır.
Bir "kurtarıcı"yı bekleme inancı, yalnız Yahudi ve Hıristiyanlarda değil, hemen hemen bütün dinlerde ve kültürlerde mevcut olup, insanlığın müşterek bir inancı, ümidi ve kurtuluş idealidir. Habeşistan Hıristiyanları, kralları olan Theodor'un ahir zaman mehdisi gibi döneceğine inanıyorlardı. Moğollar Cengiz Han'ın dokuz asır sonra dünyaya tekrar gelip milletini Çin'in boyunduruğundan kurtarmayı va'dettiğini ileri sürerlerdi. Eski Çin ve Eski İran kültürlerinde de "kurtarıcı" inancı vardır.2 Yine Hıristiyanların beklediği Kurtarıcı Do-sitheos, bir nevi mehdileridir.3
İslâm kaynaklarında da "kurtarıcı" mefhumu vardır. Farklı isimlerle dikkatimizi çeker. En büyük özelliği, toplumu zulümden kurtarıp, adaleti tesis etmek olan bu şahsiyet, "Hz. İsa", "İmam"4-, "Müceddid"5 "Hadis"6, "Halife"6, "Mehdi"7, "Süfyan?', "Kahtanî" gibi rolleri aynı, şahsiyetleri farklı olan isimlerle karşımız; çıkmaktadır. Yalnız rivayetlerde geçtiği üzere Süfyanî tahribatçı ve şer karakterli olarak görülmekte, onun dışındakiler, hayır ve fazileti yerleştirmek, kötülüğü ortadan kaldırmak makamında zikredilegelmiştir. Hatta Süfyanî'nin de Emevîler döneminde bir kurtarıcı rolünde çıkacağının beklendiğini görüyoruz. İnanışa göre Şiilerin mehdisi ile Emevîlerin Süfyanîsi ahir zamanda; çarpışacaklardır.9 Hatta beklenen Süfyanî ile ilgili olarak Halid b. Yezid'in hadis uydurduğu ve kendisine işaretler çıkardığı belirtilmektedir.ı0
Bütün bu mefhumların ortak yanı, ahir zaman da bir ıslahat hareketinin rehberliğini yapacak manevî güce sahip bir şahsiyetin ortaya çıkacağıdır. Biz burada şahsiyetleri farklı, fakat fonksiyonları aynı olan bu isimlerden Mehdi meselesi üzerinde durmaya çalışacak, meselenin Ehl-i Sünnet inancındaki yerini tesbite çalışacağız.
Etimoloji:
Sözlük mânâsı itibariyle mehdi, doğru yola, hidayete erişmiş kimsedir. "Allah'ın kendisini hakka ulaştırdığı kişiye Mehdi denir."11 Bu itibarla doğru yolda; bulunan her müslümana Mehdi denilebilir. Ancak kelimenin başına "el" takısı gelirse, özel bir ünvan olur. Hz. Peygamber (sav)'in ahir zamanda geleceğini haber verdiği şahsiyet için kullanılır. Bu zât, zulüm ve haksızlıkların alıp yürüdüğü bir zamanda gelip, yeryüzünü adaletle dolduracak bir şahsiyettir. "Mehdi" ismiyle anılan bu şahsiyeti Resûlullah müjdelemiştir. Çoğul sîğası olan "Mehdiyyûn" (Mehdiler) ise, dört halife ve onların solunda gidenler için kullanılmıştır.12 Ahir zamanda gelecek zâtın "Mehdi" ismiyle anılmasının sebebi Hz. Ali'den rivayet edilen hadis olabilir. Buna göre Cenâb-ı Hak, Mehdi'yi bir gecede kâmil mânâda hidayete ulaştırır.13 Mehdi'nin irşadı vehbî olacaktır. O, Allah'ın hususî inayetiyle yetişecektir.14
Bazı yorumcuların bu kelimenin yanlış kullanıldığını nazara vererek, aslının İsm-i fail sîğası olarak 'mühdî" (yol gösteren, hidayete ulaştıran" olduğunu söylemelerinin aslî bir kaynağı yoktur.'5
Hanbelî âlimi es-Sefarinî, Mehdi'ye bu ismin verilmesini sübjektif bir mütalâa ile açıklamıştır: Ona göre Mehdi gizli bir hususa irşad olunmuştur. Şam dağlarından bir dağa sığınmıştır. Zamanı gelince oradan gerçek Tevrat ve İncil'in süfürlerini ortaya çıkaracak, bunlarla Yahudi ve Hıristiyanları susturacak, onun vasıtasıyla Hıristiyanlardan bir cemaat müslüman olacaktır.16
I. MEHDİ KAVRAMININ TARİHÎ SEYRİ
Ahmed Emin'e göre Mehdilik fikrinin ortaya çıkışının sosyal, siyasî ve dinî sebepleri vardır. Şöyle diyor: "Bence kaynağı Şiiliktir. İlk olarak ortaya çıkaran onlardır. Hilafet ellerinden çıkıp, Hz. Muaviye'ye intikal edince, ümitsizliğe düştüler, ileri görüşlü liderleri, hâkimiyetlerine Mehdi vasıtasiyle tekrar kavuşacaklarını müjdelemişlerdir." 17
Tarihte Hz. İbrahim (as)'a, Peygamber Efendimiz sav)'e, dört halifeye, Hz. Hüseyin'e, Süleyman b. Abdülmelik'e, Hişam b. Abdülmelik'e ve bazı Abbasî halifelerine de Mehdi denilmiştir. Bilhassa Hz. Ali'ye hem 'Hadi" hem "Mehdi" denilmiştir.18 Hz. Ömer b. Ab-lulaziz'e Mehdi diyenler, bazı hadisleri de ona hamletmişlerdir.19
Macdonald, bunun şeref unvanından fazla bir mânâ taşıdığını, zira onun müceddidliğinin herkes tarafından benimsendiğini belirtiyor.20 Hatta dört halifeye bizzat Peygamber Efendimiz (sav) "Mehdiler" tabirini kullanmıştır: "Sizi benim sünnetime sarılmaya, raşid ve Mehdi halifelerimin yolunda gitmeye teşvik ederim." buyurmuştur.21 Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav) bizzat halifeleri için kullanması, bu tabirin yalnız ve yalnız ahir zamanda gelecek bir şahsa münhasır olmadığını bize göstermektedir.
Ancak "beklenen Mehdi" mefhumu bizzat hadislerde gelmiş olmalıdır ki birçok kimse kendisinin o olduğunu ileri sürmüştür. Aslında Mehdilik fikrinin ilk istismar edilme hadisesi Hz. Ali'nin azatlı kölesi Keysan tarafından çıkarılmıştır. Hz. Ali'nin küçük oğlu Muhammed b. Hanefıyye'nin ölmediğini, günün birinde çıkacağını ve adaleti tesis etmek üzere Cebel-i Rıdvan'da gizlendiğini iddia etmiştir. Muhtar es-Sakafî bu fikri kendisine menfaat sağlamak amacıyla sömürmüştür. Hâlbuki Muhammed b. Hanefıyye, h. 81'de Medine'de ölmüş ve cenaze namazını da o zamanın Medine valisi Hz. Osman'ın oğlu Eban kıldırmıştır.22 Hicri 128'de Haris b. Şureyc kendisinin beklenen Mehdi olduğunu söylemiştir. Fakat kimseye kabul ettiremediği için başarılı olamamıştır. "Haris isminde bir kurtarıcı çıkacaktır" şeklinde hadis bile uydurduğu kaydedilmektedir.33 Yine Hicri 132. senesinde Yezid'in torunu Ebu Mu-hammed, kendisinin beklenen ve va'dedilen Mehdi olduğunu ilan ederek, Abbasilere karşı isyan etmiştir.34 Haccac-ı Zalim'e karşı mücadele veren ve sonunda şehit düşen Abdullah b. Zübeyr'in Mehdi olduğu iddia edilmiştir, bu mânâda hadis uydurulmuştur.25 Hatta İslâm tarihinde Zenci ayaklanması olarak bilinen ve Bağdat'ı tarumar eden isyanın başını çeken Ali isminde bir İranlı kendisini Mehdi ilan etmiştir. Bunlar Muhtar es-Sakafî'ye bağlı kişilerdi.26
Yine Halife Mansur, Mehdi hadislerinin fazla intişarı sebebiyle olmalıdır ki oğluna Mehdi ismini vermiştir. Onun özelliklerine uyacak şekilde tarifler yapılmış, "Mehdi bizdendir, fakat annesi dışımızdandır" gibi hadisler uydurulmuştur.27
Şia'ya rekabet duygusu ve Kufe muhitinin, içinde Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusilik gibi fikirleri barındırması Mehdilik düşüncesinin değişik şekillerde görülmesine sebebiyet vermiştir.28 Kufe muhitinde gelişen Mehdilik düşüncesinde Hıristiyanlığın Mesih ile ilgili fi-kirlerinin bir tesiri söz konusudur. Bu açıdan Philippe Hitti ve Margoliouth'un görüşlerine29 bakılabilir. Yoksa İslâm'daki kurtarıcı fikrini tamamen Hıristiyan kültürüne bağlamayı kabul etmek mümkün değildir.
Kimi makam ve şöhret duygusuyla, kimi menfaat sebebiyle, kimisi de millî bir heyecan saikiyle bazı insanlar Mehdilik iddiasında bulunmuşlardır. Ne yazık ki bir kısmı İslâm cemiyetinde huzursuzluklara sebebiyet vermiştir.
Hindistan Mehdisi Seyyid Muhammed (910/ 1504), Mağrib Mehdisi Abdullah b. Tûmert (524/ 1103), Hindistan'da çıkan ve İngilizlerin destekçisi olan Gulam Ahmed Kadıyanî, İngiliz işgal kuvvetlerine karşı çarpışan ve onları mağlup eden Sudan Mehdisi Muhammed Ahmed (1303/1885), 1895'te yaptığı hac ibadetinden döndükten sonra ortaya çıkıp İngiliz ve İtalyanlara karşı çarpışan Somali Mehdisi Muhammed b. Abdillah Hasan (1339/1920), Amerikalı Zenci Müslümanların lideri Elijah Muhammed ortaya çıkıp etrafında kitleleri toplayabilen Mehdilik hareketinin bazı mümessilleridir.30 Hz. Peygamber Efendimiz (sav) soyundan gelen es-Seyyid Muhammed es-Sünûsî (v.1320) de Mehdi olduğuna inanılan şahsiyetlerdendir. Yine tarihte Mısır'da Fatımî, Kuzey Afrika'da Muvahhidun devletleri Mehdilik fikri üzerine kurulmuştur.31
Hakikaten Mehdilik inancını su-i istimal eden ve İslâm ümmetinin vahdetini bozan Mehdiler (!) olmuştur. Kendilerini Mehdi ilan ederek şarlatanlık yapanlar ile kendi hallerinde ibadet ve takva üzere hareket eden ve böyle bir iddiası olmayan mübarek zâtları ayırmak lazımdır. İkinciler, müritleri tarafından, aşırı hüsn-ü zandan dolayı, kendilerine Mehdi denilmişse de onlar umumiyetle kabul etmemiştir. Birincisinde şarlatanlık vardır, ikincisinde iddia bile yoktur. O bakımdan Mehdi meselesine hücum edenler bu ayırımı yapmalıdır. Şarlatanlar İslâm dünyasında fitne ve tefrika meydana getirmişlerdir. Batılı müsteşrikler, Mehdilik iddiasında bulunan bazı şahsiyetlerin eserlerini yayına hazırlamışlardır. Meselâ İbn Tûmert'in eserlerini büyük çaba ile Luciani ve Goldziher yayınlamıştır.32
Mehdi olarak tanınan bazı şahsiyetlerin kendi insanlarına ve ülkelerine faydaları da olduğu bir gerçektir. Meselâ Sudan ve Somali gibi Afrika ülkelerindeki Mehdilik hareketlerinin, sömürgeci güçlere karşı büyük gayretler sarfederek vatanlarını düşmanların işgalinden kurtardıklarını görmekteyiz. Bu yüzden müsbet hizmetleri görülmüştür. Buna karşılık Kadiyanîlik hareketi ise, aksine Hind Müslümanlarını İngiliz sömürgeciliğine karşı tam anlamıyla pasif hale getirme gayreti içine girmiştir. Dolayısıyla genelleme yapmaktan kaçınmak gerekir.
II. EHL-İ SÜNNETTE MEHDİ İNANCI:
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi biz bu çalışmamızda Şia'daki Mehdi inancı üzerinde durmayacağız. Zira Şiilerin beklediği Mehdi müstakil bir çalışmayı gerektirecek kadar geniş muhtevalıdır. Bu yazıda meseleyi, Ehl-i Sünnetin temel iki kaynağı olan Kur'ân ve Hadis açısından incelemeye çalışacağız.
A. Kur'ân-ı Kerîm'de Mehdi meselesi:
Ahir zamanda beklenen bir şahsiyetin unvanı olarak "Mehdi" meselesi Kur'ân'da geçmemektedir. Ancak birçok ıslahatçıdan bahsedilmektedir. Başka bir ifadeyle, sembolize ettiği düşünce itibariyle Kur'ân'da geçmediğini söylemek mümkün değildir. İnsanları fit-nelerden kurtaran, karanlık dönemlerde nur götüren şahıslar ve gruplar mevzubahis edilmiştir.33 H-D-Y kökünden birçok kelime geçtiği halde, aynı kökten olan "Mehdi" kelimesi değil de34 anlam itibariyle aynı olan "Muhtedi" kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de üç yerde geçmektedir: "Allah'ın kendisine hidayet ettiği kimse mühtedî (hidayete ermiş)dir."35
Mehdinin mefhum olarak Kur'ân'da zikredildiğini savunan bir kısım muasır yazarlar "Her milletin bir hâdisi (yol göstereni) vardır"36 mealindeki âyeti delil getirmektedirler. Diğer bir delil ise misak âyetidir: "Hani Allah Peygamberlerden 'Ben size kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz diye söz almış, 'kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?' dediğinde 'Kabul ettik' cevabını vermişler. Bunun üzerine Allah: 'O halde şahit olun, Ben de sizinle birlikte şahitlik eden-lerdenim' demişti. Artık bundan sonra her kim dönerse, işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir." Muasır bazı âlimlere göre âyet Mehdi'ye işaret etmektedir.37 Şia ise "O kıyamete bir alâmettir"38 âyetinin İsa'ya değil, Mehdi'ye işaret ettiğini söylemişlerdir.39
B. Hadislerde Mehdi Meselesi
1. Varlığı:
Mehdi hakkındaki rivayetler bir değil, birçok şahsı gösterir mahiyettedir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Ömer b. Abdülaziz gibi zatlara, bir kısım hadislerin işaretinden hareketle, Mehdi denilmiştir. Hadislerde Mehdinin sayıca çokluğundan bahsedilmez, ancak her asırda bir müceddidin gelmesinden söz edilir. Mehdi ile ilgili tabirler mücerred mefhumlar olduğundan, o mefhumlara layık her asırda pek çok manevî şahsiyetler çıkabilir.40 Bu mânâda İsâ b. Meryem'in de bir çeşit Mehdi olabileceği ifade edilmiştir.41 Çok Mehdiler olsa da onlar gerçek Mehdi'den ayrıdırlar. Beklenen Mehdi, bütün Mehdilerin imamı ve sonuncusu kabul edilir.42
Mehdi hakkındaki hadislere gelince: Kütüb-i Sitte'den Ebu Davud, Tirmizî ve İbn Mace gibi hadis mecmualarında Mehdi sarihan zikredilmektedir. Yemenli meşhur âlim eş-Şevkanî, Mehdi hakkındaki hadislerin sayısının elliyi bulduğunu söyler. Bunları sahih, hasen ve zayıf şeklinde üç kısma ayırır. Ona göre bunların toplamı mütevatir derecesindedir. Sıddık Hasan Han ise bu konuda zayıf hadisler de dâhil olmak üzere 33 hadis zikreder.43
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Empty
MesajKonu: Geri: Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI   Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Icon_minitimeSalı Ağus. 18, 2009 9:26 am

Buhari ve Müslim'de sarih olarak geçmemekle birlikte "İmam" "Halife" ve "Kahtanî" tabirleriyle ahir zamandaki bir "kurtarıcı"dan söz edilmektedir. Bu kurtarıcı Buharî'de "İmam" tabiriyle ifade edilmiştir. "İmamınız sizden olduğu halde İbn Meryem nazil olduğu zaman haliniz nasıl olur?"44 mealindeki hadisi şerh eden İbn Hacer el-Askalanî, son dönem alimlerinden el-Keşmirî ve Abdullah Haccac gibi zatlar bu hadisten zikredilen "İmam"dan maksadın Mehdi olduğunu ifade etmişlerdir.45 Hatta İbn Hacer, Hz. İsa'nın ahir zamanda bu ümmetten bir adamın arkasında namaz kılmasının, Mehdinin zuhurundan bahseden sahih gö-rüşlere delil teşkil ettiğini söylemektedir. Yorumun devamında İmam-ı Şafiî'den, Mehdi'nin bu ümmetten olduğu, Hz. İsa'nın onun arkasında namaz kılacağı hakkındaki haberlerin mütevatir olduğu hususunda bir nakil yapmaktadır.46 Meşhur kelâmcı Sa'duddin et-Teftazanî de "İmam" tabirinden Mehdi'yi anlıyor.47 Yine Buharî ve Müslim'de Kahtânî denilen bir zattan bahsedilmektedir. Rivayetlere göre "İnsanları asasıyla toplayan Kahtanî çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır."48 Müslim'de geçen hadiste ise ahir zamandaki bir bolluk ve refah dönemine işaret edilmekte ve saymaksızın mal dağıtan "halife”den bahsedilmektedir.49 Bazıları, Hz. Ömer b. Abdülaziz dönemindeki bolluğa bakarak bu hadisi ona tevil etmişlerdir. Ancak "üm-metimin ahirinde" tabiri bu bolluğun ümmetin sonunda da olacağını göstermektedir. Bu üç hadisin adı ne olursa olsun ahir zamandaki ıslahatçılardan bahsettiğinde şüphe yoktur. Bunun dışında Mehdi ile ilgili hadisler ise Ebu Davud, Tirmizî, İbn Mace ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i gibi hadis kaynaklarında geçmektedir. Mehdi meselesine çok ehemmiyet verdiği anlaşılan Ebu Davud, Sünen'inde bu konuya ayrı bir kitap tahsis etmiştir.(Bk. 4/86, 30 no'lu kitap D. el-Fikr, Thk: Sıdkı Cemil el-Attar).
Ümmü Seleme'nin rivayetine göre Hz. Peygamber "Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fatımanın evlatlarındandır" buyurmuştur.50
Ebu Davud'un kaydettiği başka bir rivayete göre "Dünyanın tek günlük bir ömrü bile kalmış olsa, Allah o günü uzatıp benden bir kimseyi o günde gönderecek" diğer bir rivayette "... Ehl-i beytimden birini ki, o zâtın ismi benim ismime uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zât yeryüzünü, eskiden cevr ve zulümle dolmasının aksine, adalet ve hakkaniyetle dol-durur."51 buyurulmuştur.
Diğer bir rivayette Mehdi'nin soyuna, şekline ve icraatına şöyle işaret edilmektedir: "Mehdi bizdendir. Alnı açık, burnu incedir. Zulümle dolmuş yeryüzünü adaletle dolduracaktır."52
Hz. Ali'den gelen bir rivayete göre Allah Mehdi'ye kısa bir süre içinde, hatta bir gecede bilgi ve anlayış nasib edecek, onu irşad edecektir. Rivayete göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Mehdi bizdendir, Allah onu bir gecede irşad eder."53
Rivayet edildiğine göre bir gün Hz. Ali, oğlu Hasan'a baktı ve "Bu oğlum, Resûlullah'ın tesmiye buyurduğu üzere seyyiddir. Bunun neslinden Peygamberimizin adını taşıyan biri çıkacak. Ahlâkı yönüyle Resûlullah'a benzeyecek, şekli itibariyle ona benzemeyecektir" dedi ve sonra da yeryüzünü adaletle dolduracağına dair meseleyi anlattı.34 Kütüb-i Sitte'den bazı kaynaklarda yer alan bu hadisler ümmetçe kabul görmüştür. Senetlerine hadisi mevzu kılacak bir itiraz vaki değildir. Buna karşılık bazı zayıf rivayetler de tesbit edilmiştir. Bir kısım rivayetlere yalancı ravilerin karıştığı hadis tahlilcileri tarafından ortaya konmuştur. Meselâ Hz. Hüseyin'den rivayet edilen bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Fatıma'ya: "Sana müjde Mehdi senden olacaktır" hadisinin senedinde iki yalancı ravi bulunmaktadır.55 Hadisin zayıf olduğu ortaya konmuştur.
Hz. Ali'den anlatıldığına göre adamın biri kendisine Mehdi'yi sordu. Hz. Ali ise "O ahir zamanda çıkacaktır. Kişinin "Allah" dediği için ölüme mahkûm edileceği bir zamanda gelecektir" diye cevap vermiştir. Devamında "Allah, onun etrafında hiçbir şeyden korkmayan ve hiçbir menfaat için sevinmeyen bir topluluk meydana getirecektir"56 sözü, hadis değil, Hz. Ali'nin sözü olarak geçmektedir. Hadis âlimleri arasında tartışılan hususlardan biri de "İsa'dan başka Mehdi yoktur" şeklinde İbn Mace'de rivayet edilen hadistir.57 İbn Kesir bu hadisin doğru olabileceğini söylemektedir. Ona göre hakikî Mehdi'nin yanında İsa b. Meryem'in de Mehdi olması mümkündür. Bu husus İsa'dan başka Mehdilerin de bulunmasını engellemez.58 İbn Hacer el-Heytemî ise hadisin zayıf olduğuna hükmetmektedir.59 et-Teftazanî ise hadiste geçen "Mehdi" kelimesini sözlük mânâsı itibariyle ele alarak, "Deccal'ı öldürmeye irşad olunacak İsa'dan başka yoktur" şeklinde bir yorumun uzak olmadığını belirtmektedir.60 Avnu'l-Ma'bud müellifi halisin zafiyetine işaret eder.61 Bazı yorumcular İsa'dan başka kâmil mânâda bir Mehdi yoktur, şeklinde yorumlamışlardır. Zira İsa (as) bir peygamber olduğundan Mehdi'den daha mükemmeldir.62 İbn Haldun da hadisi zayıf ve muztarib görmektedir.63
"Mehdi'yi İnkâr eden kâfir olur" şeklinde hadis olarak rivayet edilen bu sözün sahih olmadığı ve rivayet silsilesinde müttehem ve zayıf raviler bulunduğundan hadis alimleri tarafından kabul görmemiştir.64 İbn Haldun da bu hadisi "isnad yönünden en garib hadis" olarak değerlendirmekte ve Enes'e (ra) nisbetini şüpheli görmektedir.65
Soyu:
Mehdi'nin soyu konusunda en sağlam delil kabul edilen Ebu Davud'ta kaydedilen rivayettir. Buna göre Mehdi "Fatıma'nın evlatlarındandır" ve "Hasan'ın soyundandır."66 Her ne kadar bazıları Mehdi'nin Hz. Abbas'ın soyundan geleceğini söylemişlerse de, bunun hadislere ters düşeceği ifade edilmiştir. "Zira Hz. Peygamberin soyundan gelmesi hususundaki hadisler daha çok ve daha sahihtir.Hatta bazı hadis hafızları Mehdi'nin Peygamberimizin neslinden olması hususunun tevatür derecesine vardığını söylemişlerdir."61 İbn Hacer el-Heytemî, hadislere dayanarak onun Hz. Hasan'ın soyundan olacağını, isminin Muhammed, babasının isminin Abdullah olacağını, alnı açık, burnu ince, dişleri seyrek olup yedi sene hükümdarlık yapacağını anlatır.68 Sıddık Hasan Han da Mehdi'nin Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan geldiğini ifade eden hadislerin daha sağlam, tercihe daha layık olduğunu söyler.69 Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Mehdi Ehl-i Beytten olacaktır. Hz. Peygamber'in sünnetine uyan ve yolunda gidenler de bu tabire dâhil edilebilir. Zira birçok hadiste "leyse minna" (bizden değildir), derken, nesebini değil, sünnetini kastettiği bilinmektedir.
3. İsim ve Kimliği:
Mehdi'nin ismi meselesi de hadis kaynaklarında ifade edilmiştir. Ebu Davud'da kaydedilen rivayete göre ismi Resûlullah'ın ismine, babasının ismi de Resûlullah'ın babasının ismine uygunluk arz eder.70 Kimliği ve alâmetleri konusunda çok şeyler söylenmektedir. İbn Hacer altmış iki alâmetini zikreder. Burnunun yapısından, başındaki sarığın şekline kadar en detaylı bilgiler verilmektedir. Doğum yeri Medine'dir, rengi esmerdir. Konuşmaktan sıkıldığı zaman sağ elini sol baldırına vurur, şeklinde muhtemelen belli bazı şahsiyetlere uydurmak maksadıyla Mehdi'nin şekil ve şemaili genişçe anlatılmıştır.71 Muasır bazı yazarlara göre Mehdi'nin kendisi de Mehdi olduğunu önceden bilemeyecektir. Allah istediği salih kullarını, onun Mehdi olduğuna muttali kılar.72
4. Fazileti:
Mehdi'nin faziletine dair şöyle bir rivayet nakledilir: "Abdulmuttalib'in evlatları olan bizler, Cennet ehlinin efendileriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi."13 Bu hadis fazilet meselesinin esas kaynağını teşkil etmiştir. Buna benzer rivayetlerde onun meziyetlerini gören Tavus-u Yemenî: "Keşke onun zamanına yetişseydim" demiştir.74 İbn Hacer bu hu-susdaki bir tahlilinde, onun faziletli kılınmasının sebebi olarak, zamanındaki ağır fitneleri göstermektedir. "Zamanındaki fitnelerin zorluğu sebebiyle onun meziyetleri çoktur" der.75 Bazıları onu, fazilet bakımından Dört Halife'den daha önde görmüşlerse de, İbn Hacer, el-Heytemî ve es-Sefarinî gibi zâtlar, onun Dört Halife ve sahabeden sonra geldiği hususunda icma olduğunu söylemişlerdir.76 Hz. İsa'nın onun arkasında namaz kılacağına dair rivayetlere dayanarak bazıları onun bir Peygambere imamlık yapacak kadar faziletli oluşuna dikkat çekmişlerdir.77
(Devam edecek)

Dipnotlar
*) Harran Üni. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi
1) İbn Haldun, el-Mukaddime, (nşr. Abdulvahit Vafi), II, 821. Kahire, 1981.
2) Goldziher, el-Akidetu ve'ş-Şeria. (trc. Muhammed Yusuf Musa v.diğ), s. 215, Kahire, 1366/1946.
3) S. Uludağ. İslâm'da İnanç Konuları ve İtikadı Mezhepler, s. 434, İstanbul, 1992.
4) Buharî, Enbiya, 49.
5) Ebu Davud. Melahim, 1.
6) Müslim, Fiten, 67-9.
7) Ebu Davud. Mehdi, 7, nr. 4285-86.
Cool ei-Hakim. el-Müstedrek, IV, 520.
9) Sa'd Muhammed Hasan, el-Mehdiyyetu fi'1-İslâm Münzü Akdemi'l-üsuri Hatta'I-Yevm, s. 176-7, Kahire, 1953/1373.
10) Sa'd Muhammed Hasan, el-Mehdiyyetu fi'l-İslâm, s. 177-9.
11) İbn Manzur, Lisanu'1-Arab, h-d-y: Mevdudî. Meseleler ve Çözümleri (çev. Yusuf Karaca), s, 46-7, İstanbul, 1990.
12) İbn Manzur, a.g.e., h-d-y.
13) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1. 84.
14) Abdullah Haccac. Alamatu'l-Kıyameti'I-Kübra, s. 73, Kahire, 1986.
15) bkz. D.B. Macdonald, "Mehdi", İA. VII, 474, İstanbul, 1993; Goldziher'in "Mehdi" sözünün zamanımızda "mühtedi", yani, başka bir dinden İslâm'a girmiş şahıslar hakkında kullandığını bildirmesi ve buna delil olarak da aslında Kıptî iken, sonradan İslam'ı kabul eden ve isimleri Mehdi olan biri 1812-1815, diğeri de 1870-1890 seneleri arasında Ezher şeyhliği yapmış iki zatı göstermesi bir yakıştırmadır. Zira Mısır'da Mehdi ismini taşıyan ve aslında müslüman olan ve Ezher'in muhtelif bölümlerinde yer alan birçok kıymetli zevat bulunmaktadır. Ezher şeyhleri ve İsimleri hakkında bk. el-Ezher Tarihuhu ve Tatavvuruh, s. 161-5, Kahire, 1403-1983.
16) es-Sefarinî, Levamiu'l-Envar, II, 72. Kahire. 1323; Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 147, 1407/1986.
17) Ahmed Emin. Duha'l-İslâm, III, 241, Beyrut, ts.
18) Ahmed Emin Duha'l-İslâm III, 236, el-Mehdi ve'I-Mehdeviyye, s. 39, Kahire, 1953; Goldziher, el-Akide ve'ş-Şeria , s. 342; Îbdu'1-Esir. Üsdü'I-Ğabe. IV, 3, Kahire, ts..
19) Nuaym b. el-Hammad, Kitabu'l-Fiten. vr. 53 a. Süleymaniye Atıf Efendi ktp. no: 602.
20) D.B. Macdonald, "Mehdi", İA, VII, 475.
21) Tirmizî, İlim. 16; İbn Macc, Mukaddime, 6; Ebu Davud, Sünnet, 5.
22) Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, III, 237; Uludağ, İslâm'da İnanç Konulan, s. 435.
23) Sa'd Muhammed Hasan, a.g.e., s. 183-4.
24) Bk. Süleyman Uludağ, İslâm'da İnanç Konuları, s. 435.
25) Avni İlhan, Mehdilik, s. 127-9, İstanbul, 1993.
26) Ahmed Emin, el-Mehdi, s. 42, Kahire. 1951.
27) Ahmed Emin, Duha'l-îslâm, m, 241.
28) Bkz. Ahmed Emin a.g.e., III, 236, 242; Muhsin Abdulhamid, İslâm'a Yönelen Yıkıcı Hareketler, s. 49.
29) Bkz. Margoliouth. "Mehdi", ERE VTII, 337, New York, 1925; E. Ruhi Fığlalı. "Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine" AÜÎF dergisi, c. 25, sn. 1981, s. 196.
30) Bu konuda geniş bilgi için bkz. Sa'd Muhammed Hasan, el-Mehdiyyetu fı'1-İslâm s. 81-273; Ahmed Emin, eî-Mehdi, s. 63, 72 78-9, 80, 82, 84.
31) Ahmed Emin, el-Mehdi, s. 29-37.
32) Sa'd Muhammed Hasan. a.g.e., s. 195.
33) Bkz.el-Kehf(18)
34) Bu kelimeler için bkz. M.F. Abdulbaki. el-Mu'cemu'1-Müfehres, s. 731-6.
35) el-A'raf(7) 178; el-İsra, (17), 97; el-Kehf (18), 17.
36) er-Ra'd(13),7.
37) İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercemesi ve Şerhi, XIV, 278, Ankara, 1992.
38) ez-Zuhruf(43), 61.
39) Mehdi'ye işaret eden diğer âyetler için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, "Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine" AÜÎFD, c. 25, sn. 1981, s. 201, Avni İlhan, Mehdilik, s. 62, İst. 1993.
40) Bkz. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. XIV,266.
41) İbn Kesir, Alamatu'l-Kıyame, (nşr. Abdullatif Aşur), s. 33, Kahire, 1980.
42) es-Sefârinî, Levami, II, 85; krş. S.H. Han, el-İzaa, s. 143; Mehdi'nin yardımcılarından da bahsedilir. Meselâ İbn Mes'ud'a nisbet edilen bir sözde, Mehdi'ye hazırlık yapan yedi kişiden bahsedilir. Fitneler zamanında Allah yedi kişiyi ortaya çıkarır. Bu âlimler muhtelif bölgelerden gelip Mekke'de toplanırlar. Bunlar Mehdi için hazırlık yaparlar. Allah bunlar sayesinde Mehdi'nin muhabbetini insanların kalplerine atar. Gündüz aslanlar gibi gece rubhan gibi bir kavimle yola çıkar. (Reşid er-Raşid. Tenviru'r-Rical. s. 21,Haleb, 1389).
43) Sıddık Hasan Han, el-İzaa Lima Kane ve ma Yekûnu Beyne Yedeyis-Saa, s, 114, Kahire, ts. (eş-Şevkânî, et-Tavdih fima Te-vatere fi Zuhuri'l-Mehdi ve'd-Deccal ve'1-Mesih'ten naklen)
44) Buharî, Enbiya, 49; Müslim. İman, 244-246.
45) Bkz. îbn Hacer el-Askalanî, Fethu'I-Bari, VI, 570, Riyad, 1389/ 1969; el-Keşmirî, et-Tasrih. (nşr. Abdulfettah Ebu Gudde) s. 97-8. Haleb, 1385/1965; Abdullah Haccac; Alamatu’l-Kıyameti'l-Kübra, s, 79, Kahire, 1407/1986.
46) el-Askalanî, a.y.
47) et-Teftazani, Şerhu'l-Makasıd, (nşr. Abdurrahman Umeyre), V, 314, Beyrut. 1989.
48) Müslim. Fiten, 67-9.
49) Müslim, Fiten, 67-9.
50) Ebu Davud, Mehdi. 1.
51) Ebu Davud, Mehdi, 1, Tirmizî Fiten, 52; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 99.
52) Ebu Davud, Mehdi, I, bkz. Sıddık Hasan Han, el-İzaa. s. 139.
53) İbn Hanbel, Müsned, I, 84. Meşhur hadisçi el-Elbanî, Mehdi hakkındaki hadislerin sahih olduğunu söylemektedir, (bkz. Silsiletu'l-Ehadisi's-Sahiha, 336, m, 38-13. 2371 nolu hadis, Kuveyt, 1400/ 1979.)
54) Ebu Davud, Mehdi, 1.
55) S. H. Han, el-İzaa, s. 130.
56) Sıddık Hasan Han, a.g.e., s. 128.
57) İbn Mace, Fiten, 34; el-Hakim, el-Müstedrek, IV, 441-2, Beyrut, ts..
58) İbn Kesir. Alamatu'l-Kıyame, s. 33.
59) İbn Hacer, el-Kavlu'l-Muhtasar fi'1-Mehdi'l-Muntazar. (nşr. Muhammed Zeynuhum-Muhammed Azeb). s. 23, Kahire, 1407/ 1986.
60) et-Teftazanî, a.g.e., V, 314.
61) eI-Azimabadî,Avnu'l-Ma'bud, IX, 362, Medine, 1389/1969.
62) es-Sefarinî, el-Mukaddime.
64) el-Heytemî, el-Kavlu'l-Muhtasar, s. 21; Kahire, 1987; S.H.Han, el-İzaa,s. 137.
65) İbn Haldun, a.g.e., II, 789.
66) Ebu Davud, Mehdi, I.
67) el-Heytemî, el-Kavlu'1-Muhtasar, s. 22.
68) el-Heytemî, a.g.e., s. 27-8.
69) Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 135.
70) Ebu Davud, Mehdi; 4; Tirmizî, Fiten. 52; İbn Hanbel, I, 376, 377, 430, 448.
71) İbn Hacer, el-Kavlu'1-Muhtasar. s. 29-52; el-Berzencî, el-İşaa, 119-120, Kahire, ts.; es-Sefarinî, Levami, II, 72-83.
72) Reşid er-Raşid, Tenvir, s. 27.
73) Tirmizî, Fiten, 52; İbn Mace, Fiten, 34.
74) İbn Hacer, a.g.e., s. 71.
75) İbn Hacer, a.g.e., s. 71.
76) İbn Hacer, a.y.; es-Sefarinî Levami'. II. 85.
77) İbn Hacer, a.y.: bu konudaki hadis için bkz. Buharî Enbiya, 49.
(Yeni Ümit, 36. Sayı)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Empty
MesajKonu: Geri: Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI   Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Icon_minitimeSalı Ağus. 18, 2009 9:27 am

Ehl-İ Sünnet İnancına Göre Mehdilik Meselesi -2
Yrd. Doç. Zeki SARITOPRAK

5. Çıkış yeri ve zamanı
Bir kıyamet alâmeti olması hasebiyle Mehdî'nin çıkacağı yer ve zaman konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Her dönemde ıslahatçı şahsiyetler bulunabilir ve bunlar bir çeşit Mehdî vazifesini görürler. İbn Hacer'in kaydettiğine göre Mehdî'nin çıkışından önce öyle fit-neler olacak ki insanlar haramı helâl sayacaklardır.78 Neseî'de kaydedilen bir hadise göre Mehdî'nin çıkış vakti ümmetin orta dönemidir: "Başlangıcında ben, sonunda İsa, ortasında Mehdî bulunan bir ümmet nasıl helak olur."79 Buradaki "orta" tabiri, "sondan az önce, yani İsa'nın nüzulünden önce" şeklinde yorumlanmaktadır. Zira İsa (as) onun zamanında nüzul ede-cektir.80 Mehdî'nin çıkacağı yer konusunda kesin bir şey söylenmemektedir. Yalnız doğudan siyah bayraklıların çıkacağı zaman, Mehdî onların arasında olacağından dolayı katılmayı emreden hadîste doğudan çıkacağı bildirilir.81 Kurtubî, onun Kuzey Afrika'dan çıkacağını söylemektedir. Bu konuda naklettiği rivayetin ise, aslı ve esası yoktur.82 Kurtubî (v.671/1272), Gırnata Nusayrilerinin ilk yıllarında, bu devletin İspanya'nın Müslümanlara kalmış yegâne parçası olduğu zamanda ölmüştür. Macdonald'a göre Kurtubî'nin. Mehdî'nin Kuzey Afrika'dan çıkacağını söylemesi, o dönemde bir ıslahatçı ve Mehdî ihtiyacından kaynaklanmıştır.83
Diğer taraftan Mehdî'nin zuhurunun yaklaştığını gösteren bazı kozmik alâmetlere de işaret edilir. Bunlara göre Mehdî'nin çıkacağı senenin Ramazan ayının ilk gecesinde ay tutulması, onbeşinde ise güneş tutulması olacaktır. İhtilaflar ve zelzelelerin çok olması da onun çıkış alâmetlerinden sayılmıştır.84 İbn Hacer'in kaydettiği bir diğer alâmet ise 'insan ciğerini yiyen kadının çocuğu olan Süfyanî'nin Şam minberine oturmasıdır."85 Süfyanî ve Mehdî arasındaki şiddetli bir mücadeleden bahsetmekte, sonunda Süfyanî'nin mağlup olacağını bildirmektedir.86 İbn Hacer el-Heytemînin kaydettiğine göre Mehdî'nin mücadelesi kansız olacaktır. Aynen şu ifadeyi kullanmaktadır: "Ona bey'at edenler, rükün ve makam arasında (Hicaz'da) bey'at ederler. Uyuyanı uyandırmaz, asla kan dökmezler.'"87 Mehdî'nin hakimiyeti, Hz. Süleyman ve Zülkarneyn'in hakimiyetine benzetilir. Onun döneminde barış içinde yaşanacak, kurt kuzu yan yana otlayacak, çocuklar yılan ve akreplerle oynayacak, kimse kimseye zarar vermeyecek. İbn Hacer'in verdiği bu bilgiler İsa'nın nüzulü vaktiyle ilgili Eski Ahit'te geçen bilgilere büyük ölçüde paralellik arzediyor.88 Müslim'de geçen hadîs-i şerife işareten Mehdî zamanında çok büyük bir bolluktan söz edilmektedir. Öyle ki kim Mehdî'den ne isterse ona verilecektir.89
Muhyiddin-i Arabî, Mehdî'nin dönemini anlatırken, yeryüzünde zulüm yaygınlaştığı zaman Allah bir halifesini gönderir. O yeryüzünü adaletle doldurur. Hata etmeksizin Resulullah'ın izinde gider. Onun hatalarını düzelten ve görünmeyen bir meleği vardır. O zayıfı kuvvetlendirir, misafire ikram eder, söylediğini yapar, bildiğini söyler, gördüğünü bilir. Allah onu bir gecede irşad eder. Zulüm ve ehlini ortadan kaldırır, dini ikâme eder, İslâm'a ruh üfürür. Zelîl iken aziz kılar, ölü iken diriltir. Onun zamanında adam akşam cahil, cimri ve korkak iken sabah en alim, en cömert ve en cesur hale gelir.90 Mehdî'nin çıkış vakti gelip gelmediği hususunda konuyla ilgili eser yazan Suriyeli alim Reşid er-Raşid, "Kalbimde yakin var ki bugün onun zuhur vaktidir. Hatta birçok salih insan her sene Mehdî ile karşılaşmak üzere hacca giderler. Zira rükün ve makam arasında ona bey'at edilecektir"91 der.
Hadîsleri Değerlendirme: Farklı yanlarına rağmen hadîslerin ortak yönleri şöyle ifade edilebilir: a) Mehdî, Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan gelecek, b) İsmi Peygamber Efendimiz (sav)'in ismine uygun olacak, c) Dünyayı adaletle dolduracaktır.
Konuyla ilgili hadîslerin, Mâlik, Buharî ve Müslim'de yer almayışını bir za'fiyet işareti olarak değerlendiren92 muasır yazarlardan Mevdûdî, Mehdî ile ilgili hadîslerin ravilerinin pek çoğunun şiîler olduğunu belirtmekle birlikte, hadîslerin bir kısmını doğru kabul etmektedir. Mehdî'nin alâmet ve işaretlerini geniş bir şekilde anlatan hadîslerin uydurma olduğu görüşündedir. Ona göre Resûlullah prensip olarak çok detaylara girmemiştir.93 Abbasîler döneminde hilafetlerini desteklemek amacıyla hadîs uydurulmuş olabileceğine dikkati çekmektedir. Özellikle Abbasîlerin bir alâmeti olan "siyah bayraklılar1'ın desteklenmesi hakkındaki hadisleri uydurma görmektedir.94 Ahmed Emin ise bu hususu Mehdî hadîslerinin tamamını reddetmeye gerekçe sayar. Ona göre hadisler Emevî ve Abbasîler dönemindeki taht kavgasından dolayı uydurulmuş rivayetlerdir.95 Iraklı âlim Muhsin Abdulhamid'in tenkit ettiği husus ise Şiilerin beklediği Mehdî ile ilgili hadislerdir.96
Ancak hadis uzmanları zayıf rivayetlerin varlığını kabul ederlerse de, hadis literatüründe Mehdî meselesinin gerek isim ve gerekse mefhum olarak varlığını inkâr etmenin mümkün olmadığı kanaatindedirler. Zira ashabın en tanınmış kişileri rivayet eder. Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Talha, İbn Mes'ud, Ebu Hureyre, Enes b. Malik, Ümmü Seleme, Ebu Said el-Hudri, Ümmü Habibe, Sevban, Kurre b. îyas, Abdullah b. el-Haris b. el-Cez' ve Ali el-Hilâlî gibi râviler bulunmaktadır. Ebu Davud, Tirmizî, İbn Mace, Bezzar, Hâkim, Taberanî gibi meşhur hadîs imamları tarafından tahriç edilmiştir. Hadîslerde bir ibham görülüyorsa da bu hadîslerin zayıflığından değil, nübüvvet dilinin vecizliğindendir.97 Böylesine şöhret kazanmış ve ümmet tarafından kabul görmüş olmasındandır ki Kettânî gibi zatlar bunların mütevatiru'l-ma'na olduğunu söylemişlerdir.97
Mehdî hadîslerine ciddî tenkidin Müslüman tarihçi ve sosyolog İbn Haldun'dan (733/1332) geldiği birçok müellif tarafından dile getirilmektedir. Hatta İbn Haldun'un konuyla ilgili hadîsleri zayıf gördüğünden, Mehdî meselesini inkâr ettiğini söylemişlerdir.99 Gerçekten Mehdî meselesiyle detaylı bir şekilde ilgilenen alimlerden birinin ibn Haldun olduğunu görüyoruz. Gelecekte vuku, bulacak olayların gaybî meseleler olduğunu, Allah'ın vahiy veya rüya yoluyla bildirmedikçe beşerin gaybî meseleleri bilemeyeceğini söyler.100 Mehdî meselesinin, asırlar boyunca Müslümanlar arasında meşhur olduğunu, dini te'yid ve adaleti te-sis edecek birisinin gelmesinin gerekli olduğuna inanıldığını objektif bir ifadeyle dile getiriyor.101 Bu konudaki hadîsleri tahlil eder, sened ve ricali açısından değerlendirir ve sonuç olarak şu hükmü ortaya koyar: "Görülüyor ki, pek azı müstesna, bu hadîsierin hepsi de tenkid edilmekten hâli kalmamıştır."102 Bu ifadelerden hareketle ibn Haldun'un Mehdî meselesini inkâr ettiği hükmünü çıkarmak mümkün değildir, İbn Haldun, mutasavvifenin oldukça detaylı anlatılan Mehdî anlayışlarını tenkit etmektedir. Ona göre tasavvufçuların Mehdî hakkındaki görüşleri Şiilikten alınmıştır.103
Görüldüğü gibi Mehdî hadîsleri konusunda en titiz davranan İbn Haldun dahi kökten reddetmemiş, "Pek azı müstesna" diyerek ihtiyatlı bir tâbir kullanmıştır. Bu tâbirinden, Mehdî konusunda az da olsa sahih hadîslerin var olduğu anlaşılır. Dolayısıyla hadîsleri ceffe'1-kalem inkâr etmenin yanlış olacağı, aralarında zayıfların bulunması ise hepsinin imkânını gerektirmeyeceği kanaatindeyim. Bir sepette bulunan elmalardan birkaç tanesi çürükse hepsinin çürüklüğüne hükmetmenin doğru olmadığı aşikârdır. (Bir mevzuda bu kadar çok hadîsin bulunması -velev bir kısmı zayıf olsun- o meselenin ciddi bir aslının olmasını gerektirir. Y. Ü.)
III. YAPILAN YORUMLAR:
Zikrettiğimiz hadîslerden hareketle Ehl-i Sünnette bir Mehdî inancı bulunduğunu söyleyebiliriz. Hadîslerden istihraç ederek Ehl-i Sünnet uleması da bazı yorum ve tasvirlerde bulunmuşlardır. Kıyamet alâmetleri ve ahiret ahvaliyle ilgili eserleriyle de tanınan tarihçi ve muhaddis İbn Kesir (774/1372), Ehl-i Sünnet ile Şiilerin beklediği Mehdî'nin farklılığına işaret ederek şöyle demektedir: "Mehdî, ahirzamanda ortaya çıkacak Raşid Halifelerden ve kâmil mânâda hidayete ulaşmış imamlardan biridir. O Rafizîlerin Sammera'dan çıkacağını beklediği Mehdî değildir. Onların Mehdîlerinin bir hakikati yoktur. İddialarına göre o Muhammed b. Hasan el-Askerî'dir. Beş yaşında iken bîr evin bodrumuna girip gizlenmiştir. Bizim anlattığımız Mehdî ve Resûlullah'tan varid olan hadîslerde zikredilmiştir. Ahirzamanda gelecektir. Hz. İsa'nın nüzulünden önce zuhur edeceğini tahmin ediyorum. Nitekim hadîsler de buna delâlet eder."104
Mekkeli alim ibn Hacer el-Heytemî (v.973/1564) Mehdî meselesiyle ilgili eserini Sünnî Mehdî akidesini ortaya koymak için te'lif etmiştir. Yalancı Mehdîlerden söz etmiştir. Onun bu eseri aynı zamanda bir fetvadır. Eserini yazmaya sevkeden hadise kendi döneminde (onuncu asır) bir taifenin kırk sene evvel ölen liderlerinin Mehdî olduğunu ve tekrar dirilip Mehdî olarak ge-leceğine inanmaları olmuştur. Şiilerin buna benzer Mehdî inançlarını çürütmek amacıyla te'lif etmiştir.105
"Allah her yüz sene başında dini tecdîd edecek bir müceddid gönderir"106 mealindeki hadîs-i şerife atıfta bulunan bazı yazarlara göre "periyodik olarak gelen îmân müceddidleri"ne de Mehdî denilmiştir.107 Ehl-i Sünnet mensupları için Mehdî Hz. Peygamberin (sav) son halifesidir.108
Ehl-i Sünnette Mehdîlik bir inanç esası olarak kabul edilmiş değildir. İlk akaid kitaparında Mehdî meselesinden bahsedilmemektedir. Zira bir akaid konusu olarak düşünülmemiştir. İmam-ı A'zam'ın el-Fıkhu'l-Ekber'inde, Maturidî ve Eş'ârî'nin,109 eserlerinde bu hususa temas edilmemektedir. Kelam alimleri Mehdîliği imametle ilgili bir mesele kabul etmişlerdir. İmamet konusu da daha sonraki dönemlerde kelam kitaplarında yer almıştır.110 Meşhur kelâm alimi Teftazanî, Mehdî meselesini, imamet bahsinin bir ek konusu olarak göstermektedir. Hatta İsa'nın nüzulünü de bu konuya dahil etmiştir.111
Bunların yanında Bakıllanî, Cüveynî, el-îcî, Nesefî, Mehdî isminde gelecek bir zattan bahsetmemişlerdir. Gazzalî'nin de Mehdî'den bahsettiğine rastlamıyoruz. Macdonald'ın Şerhü'l-Akaid'inde bahsetmediğini söylediği Teftazanî. Mehdî meselesinden detaylı sayı-labilecek kadar bahsetmiştir. Sa'deddin et-Teftazanî, Resûlullah (sav)'ın soyundan gelen Mehdî ile ilgili sahih hadîslerin varid olduğunu söyler.112
İbn Haldun ise sosyolojik bir tesbitte bulunmaktadır. "Bir şahıs bir güce, bir millete dayanmayıp, sadece ehi-i beyte nisbetiyle ortaya çıkarsa muvaffak olamayacağı sosyolojik bir gerçektir. Muvaffak olabilmesi için bir millet gücü gerekir ki ona destek olup, başa ge-çirinceye kadar onu müdafaa etsin."113 Tek başına bir şahsın böylesi büyük ıslahatı gerçekleştiremeyeceğine işaret etmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Empty
MesajKonu: Geri: Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI   Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Icon_minitimeSalı Ağus. 18, 2009 9:27 am

İbn Haldun'un bu tesbitinden sonra muasır alimlerden Mevdudî'nin bir yorumuna yer vermek istiyorum. Ona göre Mehdî adı ile dinde özel bir makam gibi Mehdîye de îmân etmenin şart olduğunu düşünmek tamamen yanlıştır. Mehdî hakkındaki fikrini ise şöyle ifade ediyor: "Mehdî ne zaman gelirse gelsin, o, zamanın bilgisini, kültürünü, ahvalini, zorunlu şeylerini çok iyi bilecek ve zamanına uygun tedbirleri alacak, dönemindeki fennî ve ilmî buluşlardan, aletlerden faydalanacak, onları en iyi şekilde kullanacaktır." Hemen ifade edeyim ki bu fikrinden dolayı Mevdudî tenkide uğramış, hadîslere ters düşmekle itham edilmiştir.114
Goldziher günümüzde Mehdîlik iddialarıyla ortaya çıkan şahıslardan söz ederken "Onlar çoğunlukla, İslâm ülkelerinde artmaya başlayan Avrupa devletlerinin nüfuzuna karşı koymak üzere çalışıyorlar" diyor.115 Mehdîlik düşüncesini Ehl-i Sünnet ve Şia ayırımını yapmaksızın- hurafe olarak telâkkî eden Batıcı fikirleriyle meşhur Ahmed Emin, bunun Allah'ın kâinata koyduğu kanunlarla bağdaşmayacağını söyler. İnsanların akıl ve bilgi açısından ilerlemeleriyle, akla ters düşen bu fikrin kalıntıları da sona erecektir. İnsanlar yeryüzünde adaleti, beklenen Mehdî ile değil, güçleri ve akıllarıyla gerçekleştirecektir.116 Abdulkerim el-Hatip ve Abdullah es-Semman da Mehdî mes'elesini tamamen reddetmektedirler. Bu konudaki hadîslerin uydur-ma olduğunu söylerler.117
Bu katı rasyonel fikre mukabil muasır alimlerden olan Bediüzzaman'ın görüşlerine yer vermek istiyorum. Tesbit edebildiğim kadarıyla Bediüzzaman'ın Mehdî düşüncesi İbn Haldun'un sosyolojik tahliline uygunluk arzetmektedir. Abdulkerim el-Hatip ve Abdullah es-Semman gibileri bu yorumu görmüş olsalardı, Mehdî meselesini kökten reddetmezlerdi, kanaatindeyim. Bediüzzaman, Mehdî konusunda olağanüstü bir şahıs beklentisi içinde değildir. Herşeyin kevnî kanunlar çerçevesinde cereyan edeceğine inanır. Bu bakımdan nassların zahirine, akla uygun olsun olmasın, yapışıp kalan katı tutumlu ilim adamlarından değildir. Meselâ "muslih", "mürşid-i ekmel", "müceddid", "'halife-i zişan" gibi tabirleri de Mehdî kategorisi içinde mütalâa etmektedir. Fitne zamanlarında bir "Islahatçının bulunmasını "Allah'ın kâinata koyduğu kanun" açısından zarurî görmektedir. Bediüzzaman'a göre ahirzamanın en büyük fesadına karşı, Cenâb-ı Allah en büyük bir müceddid ve mürşid olan bir Zat-ı Nuranîyi gönderecek ve o zat da Ehl-i Beyt-i Nebeviden olacaktır.118 Bir şahıs ne kadar kuvvetli olursa olsun büyük bir ıslahatı tek başına yapamaz. İbn Haldun'un sosyolojik bir tesbit olarak söylediği "bir kuvvete dayanması" meselesini vuzuha kavuşturmaktadır. Ona göre Mehdî'nin beşerî güç kaynağı, Âl-i Beyt-i Nebevî, yani Resûlullah'ın soyundan gelen insanlardır. Bu neslin oldukça güçlü olduklarına işaretle şöyle devam ediyor: "Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin başında onlar vardı. Ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardı. Şimdi de kemmiyyeten (sayısal olarak) milyonları geçen bir nesl-i mübarektir." Meydana gelen büyük hadiseler, o büyük cemaatin içindeki kudsî kuvveti harekete geçirecektir. "Elbette, o kuvvet-i azimedeki bir hamiyet-i aliyye feveran edecek ve Hz. Mehdî başına geçip, tarîk-i hak ve hakîkata sevkedecektir. Böyle olmak ve böyle olmasını beklemek, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, adetullahtan ve rahmet-i ilâhiyyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız."119 Mehdî'nin üç mühim vazifeyi gerçekleştireceğini söylemektedir: a) Maddecilik fikrini tam susturmak, b) İslâm şeâirini ihya, c) Bütün îmân ehlinin yardımıyla ve ittihad-ı İslâm'ın desteğiyle bütün âlimler ve velilerin, bilhassa her asırda Hz. Peygamber (sav)'in soyundan gelen oldukça çok ve güçlü bulunan seyyidlerin iltihakıyla büyük vazifesini yapmaya çalışır.120
Mehdî, herşeyi mucizevârî bir şekilde kılıçla düzelten bir şahıs değildir. Bediüzzaman, Mehdiyi normal bir insan, büyük bir ıslahatçı olarak görmekte ve etrafındaki nuranî cemiyetinden bahsetmektedir. Resûlullah (sav)'ın sünnetini ihya edeceğini, Süfyan'a karşı mü-cadelesinin de manevî olacağını söylüyor.121 Böylesine esbab dairesinde hareket eden bir zatın muvaffak olması kudret-i ilâhiyye noktasından da mümkündür. Bir dakikada yer ve gök arasını bulutlarla doldurup, boşaltan, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eden, bahar içinde bir saatte yaz mevsimini, yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Allah (cc), Mehdî ile de İslâm âleminin karanlıklarını dağıtabilir.122 Her ne kadar rivayet edilen hadîsler âhad ise de Fezâil-i a'mâl (ibadetlerin sevapları) ve hadisat-ı İslâmiyyede (gelecekte Müslümanların başına gelecek hâdiseler) bunlar hüccettirler. İmamlar bunların bu hususlardaki delâletlerini kabul etmişlerdir.123
İslâm toplumunda daima doğru yolda olan bir grubun bulunacağı hadîs-i şerifte anlatılmaktadır: "Ümmetimden kıyamete kadar hak üzere devam eden bir taife bulunacaktır."124 Buna dayanarak Mehdî'nin bir şahıs olamayacağını söyleyen Muhsin Abdulhamid, Resûlullah'ın haber verdiği bu grubun dinî mevzuları tazeleyeceğini, din yolunda mücadele edeceğini, adaleti yayacağını, dosdoğru ölçülere sarılacağını, zulümle mücadele edeceğini ve yeryüzüne İslâm'ı yerleştireceğini belirtmektedir. Onlar dünyada yaşarlar, gayb alemindeki şeylerle (gizlenmiş imamla) uğraşmazlar. Bu, Allah'ın kâinattaki sünnetine, İslâm'ın ruhuna ve amelî talimatlarına mutabıktır. Cenâb-ı Allah her devirde hakikî Mehdileri, yüzlerce ıslahatçıyı yaratabilir, vaktiyle de böyle yapmıştır. Bundan sonra da elbette böyle olacaktır. İnsanların vazifelerini bırakıp, Kur'ân-ı Kerîm'in hakikatlanndan kaçıp hayalî bir Mehdî bek-lemeleri yanlıştır.125 Mehdîliği sosyal bir hareket olarak değerlendiren, kötü durumda bulunan cemiyetler için bir ümit ışığı, müsbet bir unsur şeklinde anlayan alimler de vardır.126
SONUÇ:
Hemen hemen bütün dinler ve kültürlerin sahip olduğu bir "kurtarıcı" fikri İslâm'da da vardır. Ehl-i Sünnet inancında muhtelif isimlerin bulunmasına rağmen, "Mehdî" ismi şöhret kazanmıştır. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi her yüzyılda bir gelen müceddidierden bahsedilir. Bu ıslahat hareketi sosyal bir hâdisedir. Sosyal şartların bir neticesidir. Nerede fitne ve tahribat varsa, orada ona karşı bir hayır ve ıslahat sözkonusudur. Demek ıslahat hareketleri İslâm ümmetinin fıtrî bir ihtiyacıdır. Ahirzamanda içtimaî ve ahlâkî bozuklukların artması, küfür ve inkârın yaygınlaşması karşısında insanların manevî liderlere muhtaç olduğu sosyal bir realitedir. Nitekim sosyolojik olarak tarihe baktığımızda hep böyle cereyan etmiştir.
Sünnî Müslümanlarda Mehdîlik, Şiîlerde olduğu gibi, temel bir inanç değildir. Zira imanî meselelerin dereceleri vardır. Bazıları kat'î delil ister, bazılarında zann-i galib kâfidir. O halde îmânın temel esaslarından olmayan ahirzaman hadîsleriyle ilgili teferruat sayılabilecek meseleler için, kat'î delil aranmaz. "Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemek" yeterdir. Mehdî meselesi daha çok imamet konusuyla irtibatlı olmuş, bu bakımdan Ehl-i Sünnet'te fer'î bir mesele olarak kabul edilmiştir. Hadîs kaynaklarımızdan Buharî ve Müslim'de ismen geçmediği doğrudur. Ancak "Mehdî" rolünü üstlenen "hak üzerine devam eden taife" ve buna benzer tabirlerle mefhum olarak geçtiğini söylemek mümkündür. Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili varid olan hadîste geçen "mü'minlerin imamı" meselesi ve İbn Hacer el-Askalanî gibi bir allâmenin, hadîsin yorumunda Mehdî'ye atıfta bulunması dikkate değerdir.
Mehdîlikle ilgili haberlerin kaynağında ihtida etmiş bazı şahsiyetlerin bulunması, hadîsleri temelden reddetmeyi gerektirmez. Bazı zatların, bin seneden beri ümmetçe kabul edilmiş bir mefhumu, reddetmelerinin ciddî delilleri bizce yoktur. En azından delilleri, isbat edenlerinkinden daha kuvvetli değildir. İbn Haldun dahi, Mehdî hadîslerini tenkit etmiş, ancak kökten reddetmemiştir. Az da olsa bir kısmının sıhhatini kabul etmiştir. Ayrıca her zayıf veya mevzu hadîsin "mânâsı yanlıştır", demek değildir. Hadîs olduğu kesin değilse de, mânâsı doğru olabilir.
Bizce, bazı yazarların iddia ettiği gibi, İslâm'daki Mehdî fikrini tamamen Hıristiyan kültürüne bağlamayı kabul etmek ilmî açıdan mümkün değildir.
Yeryüzünün belli bir bölgesinde, belli bir tarihte Mehdî olarak bir şahsı beklemek gibi bir inancı yanlış görüyoruz. Zira her devrede, her dönemde bu mânâyı taşıyan ıslahatçılar, faziletli şahsiyetler bulunabilir.
Hadislerde beyan edildiği üzere bir Müslümanın Mehdî'ye inanması normaldir. Kötü olan tembelliğe düşüp herşeyi Mehdî'nin düzelteceğini beklemektir. Gaybî bir insanın gelip bizi kurtarmasını bekleyerek uyuşmaktır. Gerçekten Müslüman kendisini tembellik döşeğine atıp ümit deryasında boğulmamalıdır. Arapların bir atasözü vardır; "Gökten altın yağmaz", top-lumların huzur ve refahı da kendiliğinden meydana gelmez. Büyük çabalar gerektirir. Bugün Müslümanların bütün kuvvetleriyle, Allah'ın koyduğu kevnî kanunlara riayet edip, maddî ve manevî olarak ilerlemeye çalışmaları gerekir. Mehdî gelecektir diye vazifeyi bırakmak mükellefiyetten kaçmaktır. Mehdîlik fikri gerçekten toplumu tembelliğe atıyorsa, felakettir. Ama Amerikalıların, ülkelerini, Hz. İsa'ya yer hazırlamak düşüncesiyle yeşillendirmeleri gibi, Müslümanların da Mehdî'ye zemin hazırlamak maksadıyla gayrete gelmeleri, netice itibariyle kötü olmasa gerektir.
Kanaatimizce Mehdî bir şahıstan ibaret değildir. Faaliyetleri geniş bir zaman dilimine dağılmış bir hareket, bir ekol ve bir cemaat olabilir. Zira hadîslerde anlatıldığı üzere adaletin tesisini bir şahsın yapması mümkün değildir. Bir cemaat, büyük bir heyet, Müslümanların büyük bir topluluğu birlikte hareket ederse ancak başarabilir.
Mehdî meselesine inanıp bağlanmak, bir kişinin kâmil Müslüman olmasını, kurtuluşa ermesini gerektirmez. Bizce Mehdî'yi kavram olarak düşünmek gerekir. Hayır kavramının bir sembolü olarak düşünülürse, mü'minler her dönemde hayır ve iyiliğin yanında yer alırlar. Her dönemde de buna ihtiyaç vardır. Zira hayır ve şer kavgası her zaman olmuş, kıyamete kadar da devam edecektir. Dolayısıyla hayır yoluna devam edildiği sürece Mehdî'ye tâbi olmaktan elde edilen netice kazanılmış demektir. Bir hayalî Mehdî'yi beklemek yerine, nerede hayır varsa oraya koşmak, orada bulunmak daha isabetlidir. Mehdî inancına da daha uygundur. Bu dünya imtihan yeridir. İnsan ne kadar hayra koşarsa, İmtihanı o kadar başarır. Herşeyin açık seçik olması imtihan prensibine ters olur. Mehdî olsa bile onun Mehdî olduğuna dair gökten bir nida yapılmayacaktır. Bazı şeyleri zaman gösterir.
Bazı sahte Mehdîlerin çıktığı ve halkı kandırdığı doğrudur. Ancak sahte Mehdîler çıkıyor diye, bir fikri kökünden reddetmek doğru değildir. Müseylemetü'l-Kezzab gibi sahte peygemberler de çıktı; peygamberliği reddetmek gerekmedi. Sahte doktorların çıkması doktorluk mesleğinin reddini gerektirmez.
Hülâsa Resûlullah Efendimiz (sav) ahirzaman hadiselerinin, belki de kıyametten önceki iki yüz senelik dönemin portresini çizmiştir. Bu dönemde cereyan edecek bazı hadiselere işaret etmiştir. Yalnız işaretle iktifa etmiştir. Tasrih etmesi de düşünülemezdi. Sadece işaretle iktifa etmesi de yorumlara açık kapı bırakmıştır. Bununla herkesi inanmaya mecbur tutmadığını göstermiştir. Şayet mecbur tutmak isteseydi, bunları tasrih ederdi. Bu bakımdan bizce Mehdî'ye inanmayan bir insanı tekfir etmek doğru değildir. Aynı şekilde hadîs-i şeriflerin ışığında, Mehdiye inanan bir Müslümanı cahillikle itham etmenin doğru olmadığı kanaatindeyiz.

Dipnotlar
78) İbn Hacer, a.g.e., s. 47.
79) bkz. es-Suyutî, Kitabu'l-i'lam bi Hükmi İsa aleyhisselâm, (el-Havi içinde). If, 156, Beyrut, 1983/1403; el-Mûnavi, Fayzu'l-Kadir, V, 301, Beyrut, 1392/1972; el-Keşmirî, et-Tasrih. s. 181.
80) el-Keşmiri, a.g.e., s. 81; İbn Hacer, el-Kavlu'l-Muhtasar, s. 24.
81) Tirmizî, Fiten, 79.
82) İbn Hacer el-Heytemî. el-Kavl. s. 24.
83) D.B. Macdonald, "Mehdi″, İA, VII, 477.
84) Rediş er-Raşid Tenvirur-Rical fi Zuhuri'l-Mehdî ve'd-Deccal, s. 22.
85) İbn Hacer, el-Kavlu'l-Muhtasar, s. 60.
86) İbn Hacer, a.g.e., s. 49.
87) İbn Hacer. a.g.e.. s. 53.
88) İbn Hacer, a.g.e., s. 54: krş. İşaya, 45:1-3; 2-2-4.
89) Bkz. Müslim, Fiten. 67-9: Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 123-6.
90) Reşid er-Raşid, Tenviru’r-Rical, s. 23 (Fütuhat el-Mekkiye'nin 366. babından naklen).
91) Reşid er-Raşid, a.g.e., s. 26.
92) Mevdudi, Meseleler ve Çözümleri, s. 48.
93) Mevdudi. a.g.e.. s. 45; Mehdî konusundaki hadislerin senet açısından tahlilleri için bkz. Avni ilhan, Mehdîlik, s. 111-139.
94) Mevdudi. a.g.e., s. 51.
95) Ahmed Emin, Duha'l-islâm, III. 237-8.
96) Muhsin Abdulhamid. İslâm'a Yönelen Yıkıcı Hareketler (çev. M. Saim Yeprem, Hasan Güleç), s. 53, Ankara. 1984.
97) İbrahim Canan. Kütüb-i Sitte Muhtasarı XIV, 227, 269.
98) el-Kettânî, Nazmul-Mûtenasir, s. 144-6, Halep, ts; Süleyman Uludağ, İslâm'da inanç Konuları, s. 438.
99) Bkz. Abdulkerim el-Halip, el-Mehdî el-Muntazar, s. 43-62, Kahire. 1401/1980.
100) ibn Haldun, el-Mukaddime. II, 822.
101) İbn Haldun, a.g.e.,!i, 787.
102) İbn Haldun, a.g.e., II, 807; (Çev. Zakir Kadiri Ugan), II, 165, İstanbul, 1989.
103) İbn Haldun, a.g.e., 111,1109.
104) İbn Kesir, Alamatu Yevmi'l-Kıyame, (nşr. Abdullatif Aşur), s. 24.
105) Goldziher, a.g.e., s. 344.
106) Ebu Davud, Melahim. I.
107) JohnR. Hinneis, The Facts on File Dictionary of Reltgion, s. 198, USA. 1984.
108) D.B. Macdonald, "Mehdi", İA., VII. 476.
109) Ancak Eşarî, Makalat'ında "Hz. Peygamberin müjdelediği Mehdî'nin Rafizîlerden Harbiyye'dir" demekle, sanki kendisi de Peygamberin müjdelediği Mehdî fikrini benimsiyor, ancak Rafizîlerin dediği kişinin, Mehdî olmadığını söylüyor, fbk. Makalatu'l-islamiyyin, s. 23 (nşr. Richard Mc Carthy, Beyrut, 1953).
110) Avni İlhan, "Mehdîlik". Ehl-i Sünnet Tetkikleri, s. 330; Mehdîlik, s. 141.
111) Teftazani, Şerhu'l-Makasıd, V. 312.
112) Bkz. Teftazani, a.g.e., V, 312-3; krş. Macdonald, "Mehdî", İA, VII, 476.
113) İbn Haldun, a.g.e., 11,817.
114) Mevdudî, Meseleler ve Çözümleri, s. 47, 50, 51.
115) Goldziher. el-Akide ve!ş-Şeria, s. 195.
116) Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, III, 245.
117) Abdulkerim ei-Hatip, el-Mehdî'l-Muhtazar ve Men Yenteziruneh, s. 14-82.! 12: Abdullah es-Semman. el-islâmu'l-Musafta. 90-1, Kahire ts.
118) B.S. Nursî, Mektubat, s.411-2.
119) a.y.
120) B.S. Nursî, Emirdağ Lahikası, 1.259-60, İstanbul, 1976. 12!) B. S. Nursî; Mektubat, s. 411-2, istanbul. 1976.
122) a.y.
123) B. S. Nursî, Şualar, s. 355, İstanbul, 1958.
124) Müslim, iman, 247.
125) Muhsin Abdulhamid, islâm'a Yönelen Yıkıcı Hareketler, s. 52.
126) Bkz. Süleyman Uludağ. İslâm'da İnanç Konuları, s. 435.
(Yeni Ümit, 37. Sayı)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Empty
MesajKonu: Geri: Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI   Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Icon_minitimeSalı Ağus. 18, 2009 9:28 am

Mehdilik Meselesi
Doç. Dr. Hüdaverdi Adam

Mehdi inancının, yaratılışı gereği sadece gününü değil, geleceğini de merak eden insanın zor ve sıkıntılı dönemlerinde "bir kurtarıcı" aramasına bağlamak mı daha doğrudur; yoksa, mehdi inanç ve beklentisi dinlerle gelmiş bir gerçek olup, insan buna binaen mi bir kurtacıcı beklemektedir, doğrusu üzerinde düşünmeyi gerektiren bir konudur. Bu çerçevede dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Modern bilim anlayışı, dünyanın farklı yerlerinde, milletlerinde ve farklı dinlerde ortak olan bazı inanç ve kabulleri mutlaka birinden diğerine geçmiş gibi ele almakta ve insanlığın ilk dinleri olarak da "ilkel dinler"i kabul ettiği için, bu inançların ilkel dinlerden geldiği gibi bir sonuca varmakta; buna karşılık, bütün insanlık için başlangıç itibariyle temelde tek bir din olabileceğini, sonra insanların bu dinden saptığını ve bu dinin, zaman zaman göِnderilen peygamberlerle yeniden aslına irca edildiğini bir ihtimal olarak bile düşünmek istememektedir.
Mehdi inanç ve beklentisi, sadece Müslümanlarda, Yahudi ve Hiristiyanlarda değil, müsterek bir inanç ve ümit şeklinde bütün din ve kültürlerde, hattâ eski Çin ve İran (Goldziher, 215) kültürlerinde de mevuttur (Uludağ, 434). İslâm kaynaklarında beklenen "kurtarıcı", "Imam", "Müceddid", "Halife", "Mehdi", gibi farklı isimler altında geçer. Bunlar, yeryüzünde ıslahat hareketinin rehberliğini yapacak olan, mânevî güce sahip, insanları zulümden kurtarip, adaleti tesis etmek üzere görevlendirilmiş kişilerdir.
Mehdi, lugatta hidayete ermiş "Allah'in kendisini hakka ulaştırdığı" kişidir (İbn Manzur, "h-d-y" md.) Istılahta ise, zulüm ve haksızlıkların yaygınlaştığı zamanda, yeryüzünü adaletle dolduracak bir kişinin adıdır. Cenab-ı Hak, onu bir gecede kâmil mânâda hidayete ulaştıracak (İbn Manzur, a.y.), irşadı vehbî olacak bu zat, Allah'ın hususî inayetine mazhar olacaktır (Müsned, 1:84). Zamanı gelince ortaya çıkacak olan bu zat, başka dinlerin tesirini kıracak, onun vasıtasıyla Hıristiyanlardan bir cemaat müslüman olacaktır (Sefarınî, 2:72).
Bazı araştırmacılara göre, Mehdi düşüncesinin temel kaynağı Şiîlik'tir. Çünkü hilâfet ellerinden çıkıp, Hz. Muaviye'ye (r.a.) intikal edince, ümitsizliğe düşmüşler, Mehdi vasıtasiyle tekrar eski durumlarına kavuşacaklarını düşünmüşlerdir (A. Emin, 3:241). Ancak Mehdilik fikrinin ilk defa Hz. Ali'nin (r.a.) azatlı kölesi Keysan tarafından ortaya atıldığını söyleyenler de vardır. Keysan, Hz. Ali'nin küçük oglu Muhammed b. Hanefiyye'nin ölmediğini, Cebel-i Rıdvan'da gizlendiğini, günün birinde adaleti tesis etmek üzere ortaya çıkacağını iddia etmistir. Halbuki Muhammed b. Hanefiyye, Medine'de ölmüs (H. 81) ve cenaze namazını, o zamanın Medine valisi Hz. Osman'ın oğlu Eban kıldırmıştır.
Mehdilik iddia edenler ve sınırlı "Mehdi" hareketleri
İlk dönem Mehdilik iddiasında bulunanlar arasında Hicri 128 senesinde kendisinin beklenen Mehdi olduğunu söyleyen Haris b. Sûreyc (Hasan, 183-184) ile Hicri 132. senesinde beklenen ve va'dedilen Mehdi olduğunu ilan ederek, Abbasilere karşı isyan eden Yezid'in torunu Ebû Muhammed'i (Uludağ, 435) sayabiliriz. İddiasını kimseye kabul ettiremediği için başarılı olamayan Haris'in "Haris isminde bir kurtarıcı çıkacaktır." seklinde hadis bile uydurduğu bilinmektedir. İslâm tarihinde zenci ayaklanması olarak bilinen ve Bağdat'ı harap eden isyanın başını çeken Ali isminde bir Iranlı da kendisini Mehdi ilân etmiştir (Emin, 42). Haccac-ı Zalim'e karşı mücadele veren ve sonunda şehit düşen Abdullah b. Zübeyr'in de Mehdi olduğu iddia edilmiştir (İlhan, 127-129). Halife Mansur, oğluna Mehdi ismini vermiş; onun özelliklerine uyacak şekilde Mehdi tarifleri yapılmış, hatta "Mehdi bizdendir, fakat annesi dışımızdandır." gibi rivâyetler uydurulmuştur (A. Emin, Duha'l-İslâm, 3:241).
Mehdilik iddiasında bulunanların bazısı makam ve şöhret duygusuyla, bazısı menfaat sebebiyle, bazısı da millî bir takım duygularla kendilerini bu işin içinde bulmuşlardır. Bunlar arasında ilk akla gelen isimlerden Hindistan Mehdisi Seyyid Muhammed (91/1504), Hindistan'da ortaya çıkan ve İngilizlerin destekçisi olan Gulam Ahmed Kâdıyani, Magrib Mehdisi Abdullah b. Tumert (524/1103), İngiliz işgal kuvvetlerine karşı çarpışması ve onları mağlup etmesiyle tanınan Sudan Mehdisi Muhammed Ahmed (1303/1885), Somali Mehdisi Muhammed b. Abdullah Hasan (1339/1920), Amerikalı Zenci Müslümanlarin lideri Elijah Muhammed bu anlamda oluşan Mehdilik hareketlerinin bazı mümessilleridirler (S.M. Hasan, 81-273). Hz. Peygamber'in (s.a.s.) soyundan gelen es-Seyyid Muhammed es-Sünûsi (v. 1320) de Mehdi olduğu kabul edilen şahsiyetlerdendir. Tarihte Mısır'da Fatımi, Kuzey Afrika'da Muvahhidun devletleri Mehdilik fikri üzerine kurulmuşlardır.
Bu konuda şarlatanlık yapanlar, fitne ve tefrikaya sebep olmuşlardır. Bu sebeple, Mehdilik iddiasinda bulunan bazi şahsiyetlerin eserlerini büyük ihtimamla batılı müsteşrikler yayına hazirlamıslardır. Meselâ, Ibn Tumert'in eserlerini büyük çaba ile Luciani ve Goldziher yayınlamıştır (S.M. Hasan, 195).
Mehdilikle ilgili hadisler
Yemenli meşhur âlim Şevkani, Mehdi hakkında elli kadar hadis-i şerif olduğunu söyledikten sonra bunları sahih, hasen ve zayıf şeklinde üç kısma ayırır. Ona göre, bunların toplamı mütevatir derecesindedir (Han, 114).
Buhari ve Müslim'de "Imam", "Halife" ve "Kahtani" tabirleriyle âhir zamandaki bir kurtarıcıdan söz edilmektedir. Buhari'de geçen "İmamınız sizden oldugu hâlde Ibn Meryem nâzil olduğu zaman hâliniz nasıl olur?" (Buhari, enbiya 49) şeklindeki hadisi şerheden Ibn Hacer el-Askalâni, son dönem alimlerinden e1-Keşmiri ve Abdullah Haccac gibi zatlar, bu hadiste zikredilen "Imam"dan maksadın Mehdi olduğunu ifade etmişlerdir (Askalanî, 6:570). Hz. Isa'nın (a.s.) âhir zamanda bu ümmetten bir zâtın arkasında namaz kılmasının, Mehdinin zuhurundan bahseden sahih görüşlere delil teşkil ettiğini söyleyen İbn Hacer el-Askalani, İmam Şafiî'den, Mehdi'nin bu ümmetten ve Hz. İsa'nın onun arkasında namaz kılacağı hakkındaki haberlerin mütevatir olduğu hususunda bir nakil yapmaktadir (a.y.). Meşhur Kelâm âlimi Sa'duddin et-Teftazani de, "İmam" tabirinden Mehdi'yi anlamaktadır (Taftazanî, 5:314).
Müslim'de Kahtani denilen bir zattan bahsedilmekte, âhir zamandaki bir bolluk ve refah dönemine işaret edilmekte ve saymaksızın mal dağıtan "halife"den haber verilmektedir (Müslim, fiten 67-69). Bunların dışında Mehdi ile ilgili hadisler ise, Ebû Davud, Tirmizi, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i gibi hadis kaynaklarında geçmektedir. Bu meseleye çok ehemmiyet verdigi anlaşılan Ebû Davud, Sünen'inde bu konuya ayrı bir bölüm tahsis etmistir.
Mehdi'nin soyu konusunda en sağlam delil olarak kabul edilen bilgi, Ebû Davud'ta kaydedilen onun "Fâtıma'nın evlâdından" ve "Hasan'in soyundan" (Ebû Davud, mehdi 1:69) olduğu rivâyetidir. Bazı hadisçiler, Mehdi'nin Peygamberimizin neslinden olması hususunun tevatür derecesine vardığını söylemişlerdir (Heytemî, 22).
Hadis kaynaklarında Mehdi'nin ismi ve alâmetleriyle ilgili bilgilerede yer verilmiştir. Buna göre, ismi Resûlullah'ın ismine, babasının ismi de Resûlullah'ın babasının ismine uyar (Ebû Davud, mehdi 4; Tirmizî, fiten 52). Ibn Hacer, altmışiki alâmetini zikreder ve burun yapısından başındaki sarığın şekline kadar detaylı bilgiler verir (İbn Hacer,, 71).
Hadis kaynaklarında Mehdi'nin fazileti, çıkış yeri ve zamanı hakkında da bilgiler verilmiştir. Hadislerde, Mehdi'nin, Peygamber Efendimiz'in (s.a.s.) soyundan geleceği, isminin Peygamber Efendimiz'in (s.a.s.) ismine uygun olacağı, dünyayı adaletle dolduracağı, Mehdi'nin hususiyetleri olarak ön plandadır (Buhari, enbiya 49; Müslim, fiten 679; İbn Hacer, 47; Münavî, 5:301).
Konuyla ilgili hadislerin pek çoğunun Buharî ve Müslim'de yer almayışını bir za'fiyet işareti olarak değerlendiren muasır yazarlardan Mevdudî (Mevdudi, 48), Mehdi ile ilgili hadislerin ravilerinin büyük çoğunluğunun şii olduğunu belirtmekte, ancak hadislerin bir kısmını doğru kabul etmekte; Mehdi'nin alâmet ve işaretlerini geniş bir sekilde anlatan hadislerin uydurma olduğunu söylemektedir. Çünkü Resûlullah, prensip olarak detaylara çok girmemistir. Mevdudi'ye göِre, Abbasîler dِöneminde hilâfetlerini desteklemek amacıyla bu türlü hadisler uydurulmuş olabilir (Mevdu
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
@bdulKadir
Adminstratör
@bdulKadir


Mesaj Sayısı : 6736
Rep Gücü : 10015190
Rep Puanı : 97
Kayıt tarihi : 17/03/09
Yaş : 61
Nerden : İzmir

Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Empty
MesajKonu: Geri: Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI   Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Icon_minitimePaz Ekim 25, 2009 7:37 am

1981- 1991 yılları – Hz. Mehdi'nin faaliyetlerine başlaması

1) ... Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA…

Bediüzzaman’ın vermiş olduğu bu tarih ile, bu hutbenin okunduğu tarihten 30-40 yıl sonrası, yani Hicri 1401-1411 yılları kastedilmiştir. Miladi olarak ise bu tarihler 1981-1991 tarihlerine denk gelmektedir
İnşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek...

Said Nursi, yukarıdaki sözünün bu son kısmında Hz. Mehdi’nin bu görevini yarım asır yani 50 yıl içinde tamamlayacağını bildirmiştir. Yani materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerin insanlar üzerindeki etkisinin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yok olacağına işaret etmiştir. Bu tarih ise Hicri 1421 yani 2001 yılına denk gelmektedir
“Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirtleri (talebeleri) olabilir.” (Şualar, sf. 605)

Bediüzzaman bu ayetin ebced değerinin Hicri 1424 yani miladi 2004 yılına denk geldiğini ve bu tarihin, Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının dünya hakimiyeti devrelerinden birine işaret ettiğini bildirmektedir
Bediüzzaman, Kuran ahlakının galibiyeti ve hakimiyeti konusunda geleceğe yönelik olarak verdiği haberlerden bir diğerinde ise şöyle bildirmektedir:

Şu ayetin gizli imasına “Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56) ayeti teyid ediyor. Çünkü “... hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” ayetindeki şeddeli nun (Arapça şeddeli nun harfi) bir sayılsa tam evvelki ayete tevafuk ile (denk gelmesiyle) Hizb-ul Kur’an’ın (Kuran taraftarlarının) faaliyetine vasıta olan bir hadiminin (hizmet eden kimsenin) Kur’an okumaya başladığı 1302 tarihine iki fark ile tevafuk etmekle beraber şeddeli nun iki nun sayılsa binüçyüzelli (1350) eder ki; bu tarihte Kuran’dan muktebes (alınan bilgilerle hazırlanan) olan Risale-i Nur etrafında toplanan, bütün kuvvetleriyle Kuran hizmetlerine çalışan Hizb-ul Kur’an’ın faaliyeti ve delalet (sapkınlık) ve zındıkaya (dinsizliğe) manen galebe ettikleri (galip geldikleri) bir zamana tevafuku (denk gelmesi) ise istikbalde (gelecekte) tam galebelerine (tam galibiyetlerine dair) bir ima-i gaybidir (gizli bir işarettir). (8. Lem’a, Keramet-i Gasviye)

Bediüzzaman Said Nursi bu sözünde, ayetin “...hiç şüphe yok galip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır” cümlesinin ebced değerinin, Hicri 1350 tarihini verdiğini ve bu tarihte Kuran ahlakının bir galibiyeti olacağına işaret ettiğini bildirmiştir. Ancak ayetin ayrıca, bunun gibi gelecekte de yine Kuran ahlakının üstün geleceği bir başka dönem olacağına dair gizli bir işaret içerdiğini de hatırlatmıştır. Nitekim ayetin bu cümlesinin Arapça yazılımında yer alan baştaki “fe” harfi de hesaba katılarak ebcedine bakıldığında, bu sefer de ebced değeri 80 çıkmaktadır. 1350 üzerine 80 ilave edildiğinde de Hicri 1430 etmektedir ki, bu tarih de miladi olarak 2008 yılını vermektedir. Allah’ın izniyle bu tarih Bediüzzaman’ın sözlerinde belirttiği, ayetin Kuran ahlakının gelecekteki, Darwinist, materyalist ve ateist felsefe gibi dinsiz akımlar karşısındaki tam galibiyetine işaret etmektedir (En doğrusunu Allah bilir). (Harun Yahya, Hz. İsa’nın Geliş Alametleri)

SEVGİLİ KARDEŞLERİM MEHDİ ÇOK BÜYÜK İFTİRALARA MARUZ KALACAK ONUN İÇİN KİM OLDUĞUNU ALLAHTAN HACET NAMAZIYLA SORUN İNŞALLAH FATİHA 5 YALNIZ SANA KULLUK EDER YALNIZ SENDEN YARDIM İSTERİZ DİYORUZ ÖYLEYSE MEHDİYİ BULMA KONUSUN DA DA HACET NAMAZ VEYA İSTİARE NAMAZIYLA ALLAHTAN SORMAK LAZIM YOKSA HERKES KENDİ LİDERİNİ MEHDİ GÖRMEYE DEVAM EDECEK VE FIRKALARIN ÖNÜNE GEÇEMEYECEĞİZ
osmanlılar
Aug 16 2006, 04:03 PM

Ahir Zamanda Gelecek Olan Hz. Mehdi Bir Şahsı Manevi Değildir

Peygamberimiz (sav) tarafından ahir zamanda gönderileceği müjdelenmiş olan, yeryüzündeki fitneleri ortadan kaldıracak, tüm dünyaya barış, adalet, bolluk, huzur, mutluluk ve refah getirecek çok mübarek ve değerli bir şahıs olan Hz. Mehdi'nin ortaya çıkışı yüzyıllardır İslam ümmeti tarafından beklenen müjdeli bir olaydır. Nitekim rivayetlerde Hz. Mehdi'nin çıkış alameti olarak bildirilen olayların pek çoğunun ardı ardına gerçekleşmesi, bu zuhurun yakın olduğunun açık bir göstergesidir. Peygamber Efendimiz (sav)'in çok sayıdaki hadisinde, ismiyle, vasıflarıyla ve yapacağı işlerle ayrıntılı olarak tarif edilen Hz. Mehdi'nin geleceğine dair Kuran ayetlerinde de işari anlamlarda çeşitli müjdeler vardır. Tüm bu bilgiler dikkatlice incelendiğinde Mehdiyet konusunun tartışmaya yer bırakmayacak derecede kesinlik gösterdiği akıl ve vicdan sahibi her insan tarafından kolaylıkla anlaşılmaktadır.


Bediüzzaman Said Nursi'nin açıklamaları da, Kuran'da yer alan işaretler ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle aynı doğrultudadır. Ancak Bediüzzaman'ın eserlerinde kullandığı "şahsı manevi" kavramı konusundaki yanlış anlaşılma Hz. Mehdi için de söz konusudur. Rivayetlerden ve İslam alimlerinin izahlarından Hz. Mehdi'nin bir şahsı manevi olmayacağı, fiziksel özelliklerine, karakter ve ahlakına, nesebine kadar detaylı olarak tarif edilmiş mübarek bir şahıs olacağı, açık ve net bir biçimde anlaşılmaktadır. Ancak elbette ki Hz. Mehdi'nin de kendisinden önceki tüm elçiler gibi bir şahsı manevisi olacaktır. Hatta rivayetlerde bu şahsı manevinin bütün yeryüzünü kaplayacağı bildirilmiştir. Fakat Hz. Mehdi'nin kendisi de bizzat işin başında olacaktır. Dolayısıyla Hz. Mehdi'nin şahsı manevisi de ona tabi olanlarla birlikte başlarında imam olarak kendisidir.

1- HZ. MEHDİ’YE KATILACAK VE MANEVİ YARDIMDA BULUNACAK KESİMLER KİMLERDİR?

O ZAT BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA ve İTTİHAD-I İSLAM'I MUAVENETİYLE (İslam Birliği'nin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa AL-İ BEYT'İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)


Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini çok önemli ve geniş kitlelerin desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir. Bediüzzaman "BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA" sözleriyle, "TÜM MÜSLÜMANLARIN" ittifak halinde oluşturacakları birliğin Hz. Mehdi'nin bu görevdeki yardımcıları olacağını bildirmiştir.

Hz. Mehdi ve yardımcıları güçlerini Allah sevgisinden, iman coşkusundan alan cesur insanlar olacaktır. İmanlarının nuru tüm dünyanın aydınlanmasına vesile olacaktır. Tüm Müslümanların dahil olacağı böyle geniş çapta bir ittifakın desteği, Bediüzzaman'ın döneminde gerçekleşmiş değildir. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, bu geniş kitlenin manevi yardımları, ancak ahir zamanda Hz. Mehdi ile birlikte oluşacak ve onun üçüncü görevinin gerçekleştirilmesinde büyük bir rol oynayacaktır.

Bediüzzaman "İTTİHAD-I İSLAM'IN MUAVENETİYLE" sözleriyle, Hz. Mehdi'nin üçüncü görevini aynı zamanda "İSLAM BİRLİĞİNİN YARDIMLAŞMASIYLA" yerine getireceğini de bildirmiştir. Böyle bir birlik Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde henüz oluşmamış, dolayısıyla da büyük bir ittifakın yardımı da söz konusu olmamıştır. Bediüzzaman İslam Birliği'nin bu yardımlaşmasının Hz. Mehdi döneminde gerçekleşeceğini ve onun üçüncü görevinde büyük bir destek sağlayacağını belirtmiştir.


Bediüzzaman "O VAZİFE-İ UZMAYI YAPMAYA ÇALIŞIR" sözleriyle ise "Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi değil, "BİR İNSAN OLARAK İŞ BAŞINDA OLACAĞINI" ifade etmiştir. Zira bir şahs-ı manevinin bir görevi "yapmaya çalışması" söz konusu değildir. Böyle bir çaba ancak bir insanın gerçekleştirebileceği bir fiildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu ifade etmiştir.

Bediüzzaman sözlerinde ayrıca Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmeti "BÜYÜK GÖREV" olarak nitelendirmiştir. Bediüzzaman'ın bu ifadesine göre Hz. Mehdi'nin yapacağı hizmetler, kendisinden önceki dönemlerde gelen müceddidlerin görevlerinden farklı, "ÇOK BÜYÜK ÇAPLI" faaliyetlerdir. Hz. Mehdi İslam ahlakını dünya çapında hakim kılacak, İslam dünyasını biraraya getirecek ve tüm Müslümanların liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman'ın "VAZİFE-İ UZMA" sözleriyle ifade ettiği bu olaylar Hz. Mehdi'nin tanınmasını sağlayacak en önemli alametlerinden olacaktır.


2- HZ. İSA NUZÜL ETMİŞ MİDİR?

Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle HAZRET-İ İSA'NIN SEMAVİ NÜZULÜ (gökyüzünden inişi) KAT'İ (kesin) OLMAKLA BERABER; mana-yi işarisiyle (işaret ettiği manayla) başka hakikatleri (gerçekleri) ifade ettiği gibi bu hakikata da mucizane (mucizevi bir şekilde) işaret ediyor. (Kastamonu Lahikası, s. 50)

Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne gelecek olması Kuran-ı Kerim'de ve hadislerde bildirilen bir gerçektir. Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirmekte, hadislerde Hz. İsa'nın yeniden dünyaya geleceğinin açıkça bildirildiğini söylemektedir. Bu, samimi olarak iman edenler için çok kıymetli bir müjdedir. Allah'ın izniyle, ahir zamanda yaşayan müminler bu mucizeye tanıklık edecek, aradan geçen 2000 yılın ardından Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişine şahit olacaklardır.
Bediüzzaman bu sözünde kullandığı "KAT'İ" kelimesiyle, Hz. İsa'nın yeniden dünyaya dönüşünün "KESİN" bir gerçek olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman'ın Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayandırarak verdiği bu haber, aksi yöndeki tüm iddiaları geçersiz kılmaktadır.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman'ın burada ortaya koyduğu bir başka gerçek ise, Hz. İsa'nın manevi bir şahıs değil, insani bedeniyle mucizevi bir şekilde yeryüzüne ikinci kez gelecek olan "BİR ŞAHIS" olduğudur.



Ancak Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, dünya böyle büyük bir olayın gerçekleştiğine şahitlik etmemiş, Hz. İsa Bediüzzaman hayattayken henüz nüzul etmemiştir. Allah’ın izniyle bu tarihi olay, Hz. Mehdi'nin ortaya çıktığı dönemde gerçekleşecektir.

3-HRİSTİYANLIK ÜÇLEME VE HURAFELERDEN ARINMIŞ MIDIR?

4-İSLAMİYET ve HRİSTİYANLIK İTTİFAK EDİP BÜYÜK GÜÇ KAZANARAK DİNSİZLİĞİ MAĞLUP ETMİŞLER MİDİR?

5- HZ. İSA HRİSTİYANLIĞIN BAŞINA GEÇMİŞ MİDİR?

6- HRİSTİYANLIK İSLAMİYET’E TABİ OLMUŞ MUDUR?

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakiki İsevilik dini zuhur edecek (ortaya çıkacak), yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek (temizlenecek), hurafattan ve tahrifattan (hurafelerden ve tahriflerden) sıyrılacak, hakaik-i İslamiye (İslam gerçeği) ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslamiyet'e inkılab edecektir (dönüşecektir). Ve Kuran'a iktida ederek (uyarak), o İsevilik şahs-ı manevisi tabi (uyan) ve İslamiyet metbu (uyulan) makamında kalacak; din-i hak bu iltihak (katılma) neticesinde azim bir kuvvet bulacaktır. (Mektubat s. 53-54)


1- MÜCEDDİDLER NE ZAMAN GÖNDERİLİRLER?
Ashâb-ı Kütüb-i Sitte'den İmam-ı Hâkim'in "Müstedrek"inde ve Ebu Dâvud'un "Kitab-ı Sünen"inde, Beyhaki "Şuab-ı İman"da tahriç buyurdukları (delillere dayanarak ortaya koydukları): HER YÜZ SENEDE BİR, CENAB-I HAK BİR MÜCEDDİD-İ DİN (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre açıklamak üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici) GÖNDERİYOR... hadis-i şerifine mazhar (sahip, erişmiş) ve mâsadak (belirtilen özelliklere tam olarak uyan) ve müzhir-i tam olan (uyarma görevini tam olarak yerine getiren)... (Barla Lahikası, s. 119)

Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak, Allah'ın her yüzyıl başında bir müceddid göndereceğini bildirmektedir.

Peygamber Efendimiz (sav) bir diğer hadisinde "her yüzyılda bir müceddid gönderildiğini" şöyle bildirmiştir:

Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)

Hadiste, Allah'ın her yüz senede bir müceddid yani dini hurafelerden arındırıp tekrar Kuran'da anlatıldığı şekliyle ortaya koyan, Peygamberimiz (sav)'in sünnetiyle hareket eden, zamanın ihtiyaçlarına göre insanların kafasında oluşan sorulara Kuran'dan çözümler getiren bir kişiyi gönderdiği belirtilmektedir. İlerleyen bölümlerde açıklanacağı gibi, Peygamberimiz (sav)'den sonraki her yüzyıl başında insanlara doğruyu gösterecek bir müceddid göndermiştir. Ahir zamanın büyük müceddidi de Hz. Mehdi olacaktır. Hz. Mehdi, pek çok hadiste bildirildiği gibi, Kuran ahlakını eksiksiz uygulayacak, dini batıl inanış ve uygulamalardan arındıracak, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini yeniden canlandıracak ve bunu tüm dünyaya hakim kılacaktır.

HİCRİ 12. ASRIN MÜCEDDİDİ KİMDİR?

Baştaki hadis-i şerifin "her yüz sene başında dini tecdid edecek (yenileyecek) bir müceddidi (yenileyiciyi) gönderiyor" müjdesinin ihbarına (verdiği bilgilere) muvâzi (uygun) olarak HAZRET-İ MEVLANA HALİD -ekser ehl-i hakikatin tasdikiyle (din alimlerinin büyük bir çoğunluğunun onaylamasıyla ve ittifakla)- 1200 senesinin yani ON İKİNCİ ASRIN MÜCEDDİDİDİR. (Barla Lahikası, s. 120)


Bediüzzaman Said Nursi. Mevlana Halid-i Bağdadi'den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bedüzzaman, Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid'den yüz sene sonra yani 13. asırda büyük bir iman hizmeti gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddiddir.
Bediüzzaman, Risale-i Nur'un müceddidlik yani dini yenileme görevini tam olarak yerine getirdiği konusunda güçlü bir kanaati olduğunu belirtmiştir. Risale-Nur'un etkileri ile müceddidlerin faaliyetleri tam bir uygunluk göstermiş, 12. asırdaki Hz. Mevlana Halid ile aynı görevi, Hicri 13. yüzyılda Bediüzzaman'ın vesile olduğu Risale-i Nur yerine getirmiştir. Dolayısıyla Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid'den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur dolayısıyla, risalelerin yazarı olan Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddiddir.


4- HİCRİ 14. ASRIN (BULUNDUĞUMUZ YÜZYILIN) MÜCEDDİDİ KİM OLACAKTIR?

"Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin Şakirtleri olabilir." (Şualar, s. 605)

Bediüzzaman, İslam aleminin üzerindeki zulüm ortamının kendisinden "bir asır sonra" ancak Hz. Mehdi vesilesi ile dağıtılacağını söylemiştir. Kendisinden bir sonraki yüzyılda yani Hicri 1400'lü yıllarda Hz. Mehdi'nin yapacağı çalışmalarla, Müslümanların büyük sıkıntılardan kurtulup feraha kavuşacaklarını açıklamıştır.
İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA GELECEK bir HAKİKATİ asırlarında KARİB (yakın) ZANNETMİŞLER. (Sözler, s. 318)

Bediüzzaman bu sözleriyle İslam tarihinde pek çok kişinin Hz. Mehdi'nin kendi dönemlerinde geleceğini düşünerek yanıldıklarını belirtmiş ve Hz. Mehdi'nin geliş zamanı hakkında bilgi vermiştir:

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, Peygamberimiz (sav)'den "1400 SENE SONRA" geleceğini hatırlatmıştır. Bu çok önemli bir bilgidir. Bediüzzaman burada ne 1373, ne 1378 ne 1398 ne de başka bir tarih vermemiş tam olarak 1400 yıl sonrasından bahsetmiştir. Bu tarih Miladi 1980 yılına denk gelmektedir. Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak Hicri 14. yüzyıla kadar müceddidlik görevini yerine getiren Bediüzzaman, Hicri 1379 yani Miladi olarak 1960 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin gelişi için kendi yaşadığı dönemden çok ileriki bir tarihi belirtmektedir

Bediüzzaman "1400 YIL SONRA" tarihini vererek aynı zamanda "14. ve 15. yüzyıllar arasında görev yapacak olan müceddidin de Hz. Mehdi olduğunu" haber vermektedir.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman Hz. Mehdi için "1400 sene sonra GELECEK" ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kesin olarak "geleceğini" müjdelemektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi olmadığını, "belirtilen tarihte gelecek bir şahıs olduğunu" açıklamaktadır.
Sayın Fethullah Gülen Hocaefendi'nin
Hz. Mehdi ile ilgili sözlerinden bazı derlemeler


Hz. Mehdi’nin Ortaya Çıkışı ve Hz. Mesih’in Gelişi

“Mesîh ve Mehdî ile alakalı hadis-i şerifler ve ümmetin kabulü esas alınınca nüzûl-ü Îsâ'ya (Hz. İsa’nın tekrar yeryüzünü gelişine) ve zuhur-u Mehdî'ye (Mehdi’nin ortaya çıkışına) inanmak Efendimiz (sav)'e îtimadın ve güvenin ifadesidir denilebilir.” 1

Hz. Mehdi Peygamber Soyundan Olacaktır



“Mehdî ile alakalı hadis-i şeriflere de iki örnek vermek yerinde olsa gerektir:

"Mehdî bizden, Ehl-i beyttendir. Allah onu bir gecede zafere erdirecektir. Mehdî, Fatıma evlâdındandır" (İbn Mâce, Fiten, 34; Dârimî, Mehdî, 1). "Dünya hayatının sona ermesine bir gün bile kalsa, Allah zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracak Ehl-i beytten birini gönderecektir" (Ahmed b. Hanbel, II, 117-118).
ebu_ubeyde
Aug 16 2006, 04:27 PM
her 100 senede bir dini ihya eden gelir hadisi, müslim ve buhari tarafından sahih görülmemiş.

Bilmeyenlere duyurulur.
osmanlılar
Aug 17 2006, 01:25 AM
BEDİÜZZAMAN’IN MÜJDELEDİĞİ MEHDİ

eygamberimiz (sav) hadislerinde, her yüzyıl başında Allah'ın yeryüzüne bir müceddid (dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre izah etmek üzere gönderilen büyük alim) göndereceğini müjdelemektedir:

Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)

Bediüzzaman Said Nursi Hicri 13. asrın büyük müceddididir. Allah ona üstün bir ilim ve hikmetle lütufta bulunmuştur. Bediüzzaman, Risale-i Nur gibi önemli bir külliyat meydana getirerek Allah’ın izniyle yüzbinlerce insanın hidayetine, imanda derinleşmelerine, inkar sahiplerinin Allah’a iman etmelerine ve doğruyu görmelerine vesile olmuştur.

Bediüzzaman, Risale-i Nur külliyatında geleceğe dair de birçok önemli haber vermiştir. Said Nursi’nin ileriye yönelik tahminleri mucizevi şekilde gerçekleşmiş, Allah gerçekleşecek birçok olayı kendisine ilham etmiştir. Neredeyse yarım asır önce yaşamış olmasına rağmen Bediüzzaman’ın günümüze bakan ve gerçekleşeceğini ümit ettiğini bildirdiği birçok olay vardır. Eserlerinde, dünya üzerinde yaşanacak olan siyasi gelişmeler, İslam aleminin geleceği ve çeşitli ülkelerin karşı karşıya kalacakları bazı durumlarla ilgili önemli detaylar vermiştir. Örneğin 1971 yılında meydana gelen sosyal olayları yirmi yıl öncesinden haber vermiş ve söyledikleri eksiksizce gerçekleşmiştir (Şualar, sf 260). İslam dünyasının durumu ve geleceğine dair konuşma yaptığı 1951 yılındaki ünlü Şam Hutbesi’nde ise Bediüzzaman, 1981, 1991 ve 2001 yıllarında meydana gelecek olan önemli olaylara işaret etmiş ve bu büyük olaylar da aynı Bediüzzaman’ın söylediği şekilde vuku bulmuştur (Hutbe-i Şamiye, sf. 27).

Bediüzzaman’ın ileriye yönelik olarak verdiği haberlerden bir diğeri ise, kendi zamanından neredeyse 80 sene sonra vuku bulan “komünizmin yıkılması” olayıdır. Said Nursi yıllar önce kimsenin hayal bile edemeyeceği bu olayı bir Rus askerine açıklamıştır (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Sait Nursi, s.144, Nesil Yayınevi). Bediüzzaman ayrıca ileride bir Avrupa Birliği’nin oluşacağını da yine önceden haber vermiştir. (Emirdağ Lahikası, sf. 499) (Münazarat, sf. 107)

Bediüzzaman aynı şekilde öleceği tarihi, ölümünden bir süre sonra kendi mezarının yıkılacağını ve ayrıca bu olayın da hangi tarihte gerçekleşeceğini de 1921 yılında, Lemaat adlı eserinde yazdığı bir şiir ile ölmeden önce haber vermiştir. (Mektubat, sf. 89) Said Nursi, bu şiirinde işaret ettiği gibi, Hicri 1379 yılında vefat etmiştir. Yine şiirinde belirttiği gibi ölümünden bir süre sonra, Hicri 1380 yılında mezarı yıkılmış ve mübarek bedeni başka bir yere nakledilmiştir.

Buradaki örneklerde olduğu gibi, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinde vermiş olduğu diğer tüm bilgiler ve geleceğe yönelik işaretler de yine hep doğru çıkmıştır. Kuşkusuz ki tüm bunlar Allah’ın rahmetiyle gerçekleşen mucizevi olaylardır. Dolayısıyla Allah’ın üstün bir ilimle desteklediği böyle mübarek, feraset ve ilim sahibi bir şahsın gelecekle ilgili olarak vermiş olduğu diğer bilgilerin de dikkatle incelenmesi ve araştırılması gerekir. Özellikle de ilerleyen satırlarda anlatılacak olan, tüm Müslümanlara bir rahmet olarak ahir zamanda geleceği müjdelenen Hz. Mehdi’ye yönelik bilgilerin ve işaretlerin büyük bir şevk ve heyecanla takip edilmesi son derece önemlidir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi’nin Gelişini Nasıl Müjdelemiştir?

Bediüzzaman, Risalelerin birçok yerinde, yukarıda yer alan olaylar ve tarihler gibi, gelecekte gerçekleşecek önemli olaylardan bahsetmiştir. Bunlar arasında ahir zaman alametleri ve Mehdi konusu ise çok geniş bir yer tutmaktadır. Bediüzzaman “hakiki beklenen ve bir asır sonra gelecek olan zat” (Kastamonu Lahikası, 57) şeklinde ifade ettiği Hz. Mehdi’nin gelişinin, Allah’ın bir vaadi olduğunu ve mutlaka gerçekleşeceğini şöyle bildirmiştir:

Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında(fitnelerin olduğu, karışık bir zaman), elbette en büyük BİR MÜCTEHİD (ihtiyaç hasıl olduğunda ayet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi), hem en büyük BİR MÜCEDDİD (dini açıklayan büyük alim), hem HAKİM, hem MEHDİ (hidayete vesile olan), hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren), hem KUTB-U AZAM (en büyük yol gösterici) olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (Nurani bir şahsı) gönderecek ve O ZAT da, ehl-i beyt-i Nebeviden (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) olacaktır... Kadir-i Zülcelal HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN ZULÜMATINI (İslam aleminin üzerindeki karanlıkları) DAĞITABİLİR. Ve vaad etmiştir, vaadini elbette yapacaktır. (Mektubat, sf. 411-412)

Bediüzzaman, hem kendisinden sonraki asırda gelecek olan müceddid olması, hem de 1400 senedir tüm Müslümanların şevk ve heyecanla beklediği kutlu bir şahıs olması nedeniyle, eserlerinde Hz. Mehdi'den çok açık ve detaylı olarak bahsetmiştir. Risale-i Nur’da ahir zaman alametlerinden, Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez gelişinden, Hz. Mehdi’nin cemaatinden, görevlerinden ve Hz. İsa ile birlikte hareket edeceğinden söz edilmektedir. Bunun yanı sıra Hz. Mehdi’nin geliş vakti, geleceği ortamın şartları, göreve başlayacağı yer, onu diğer müceddidlerden ayıran görevleri ve bu görevinde ona yardım edecek şahıslar hakkında da önemli bilgiler verilmektedir.

Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi’ye zemin hazırlayan bir öncü olduğunu bildirmiştir

Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve yardımcılarını “baharda gelecek kudsi çiçekler” kendisini ise, “bu mübarek şahsın neferi (askeri)” olarak nitelendirmiş, yapmakta olduğu hizmetleriyle Hz. Mehdi’ye zemin hazırladığını belirtmiştir:

O ileride gelecek ACİB ŞAHSIN (şaşılan ve hayret uyandıran) bir hizmetkarı ve ONA yer hazır edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve O BÜYÜK KUMANDANIN pişdâr bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, 162)

Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki; O ZAT, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş (bir anlam çıkartmış) ve kanaati gelmiş ki: “Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid’atlar zulümatını (dine sonradan girmiş olan hurafelerin oluşturduğu karanlığı) dağıtacak.” Ben, böyle bir nurun zuhuruna (ortaya çıkışını) çok intizar ettim (gözledim) ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle O NURANİ ZATLARA zemin izhar ediyoruz (hazırlıyoruz). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 189, Mektubat, 34)

Said Nursi, Kastamonu Lahikası’nda Hz. Mehdi ve cemaatini “ahirzamanın sahipleri” olarak nitelendirirken, Hz. Mehdi’nin Allah’ın izniyle kesin olarak geleceğini de açıkça ifade etmiştir. Hz. Mehdi ve öğrencilerinin etki alanlarının gittikçe genişleyeceğini ve onların bu ihlaslı çabalarıyla güzel sonuçlar alacaklarını haber vermiştir:

Ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani MEHDİ ve ŞAKİRTLERİ (talebeleri), Cenab-ı Hakk’ın izniyle gelir, o daireyi genişletir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah’a şükrederiz. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 138-Kastamonu Lahikası, sf. 72)

1) Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi’nin geleceğinden hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık bir şekilde bahsetmektedir.
2) Yine bu sözünden Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi’den bir şahsı manevi olarak değil, ZATIYLA ve TALEBELERİYLE birlikte gelecek bir şahıs olarak bahsettiği de açıkça anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin diğer müceddidlerden farkını nasıl açıklamıştır?

Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahirzamanda Hz. Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi yerine getirmediklerini ifade etmiştir (Emirdağ Lahikası, sf. 260).

Said Nursi ayrıca Hz. Mehdi’den önce gelmiş olan bu şahısların, Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde belirttiği özelliklere uymadıklarını da belirtmiştir:

Ayrıca hem iki Deccal’in sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen rivayetlerde iltibas oluyor (karıştırılıyor), biri öteki zannedilir. Hem “BÜYÜK MEHDİ”nin halleri SABIK MEHDİLERE (önceki Mehdilere) işaret eden rivayetlere mutabık (uygun) çıkmıyor, hadis-i müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne geçer. (Şualar, sf. 582)

BÜYÜK MEHDİ ve SABIK MEHDİLER

1) Bediüzzaman bu sözünde iki ayrı tür Mehdi olduğunu açıklamıştır. Bunlardan birincisinin SABIK MEHDİLER diğerinin ise ahir zamanda gelecek olan BÜYÜK MEHDİ olduğunu belirtmiştir.

2) Sabık Mehdilerin özellikleri hadislerde rivayet edilen “Büyük Mehdi”nin özelliklerine benzememektedir.

3) Said Nursi, Hz. Mehdi dışında hiçbir müceddidin Hz. Mehdi’nin yerine getireceği üç büyük görevi birarada yerine getiremeyeceğini belirtmiştir:


Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN TEMSİL ETTİĞİ KUDSİ CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVİSİNİN üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimizin soyundan gelenler) cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

A)... MEHDİ AL-İ RESUL’ün temsil ettiği KUDSİ CEMAATİNİN...

1) Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi’den ve onun kudsi cemaatinden bahsetmiştir. Buradan bu ikisinin ayrı kavramlar olduğu anlaşılmaktadır;

- Kudsi cemaati temsil eden kimdir? Mehdi Al-i Resül’dür.
- Hz. Mehdi neyi temsil etmektedir? Kudsi cemaatini.

2) HZ. MEHDİ’NİN BAŞINDA BULUNDUĞU ve ONUN TEMSİL ETTİĞİ bir cemaati olacaktır. Bu kudsi cemaat, Hz. Mehdi’nin şahsı manevisini oluşturacaktır.

... MEHDİ AL-İ RESUL’ün ... ÜÇ VAZİFESİ var.

- Bediüzzaman burada ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi’nin bir veya iki görevi değil tam olarak ÜÇ GÖREVİ olduğundan ve onun temsil ettiği cemaatiyle birlikte bu üç görevi birden yerine getireceğinden bahsetmiştir.

- Bu üç görevin, onu diğer sabık Mehdilerden ayıran ve onun BÜYÜK MEHDİ olmasının en önemli alametlerinden olduğunu bildirmiştir.
- Bediüzzaman sözlerinde Siyaset Mehdisi, Saltanat Mehdisi ya da Diyanet Mehdisi diye bir ayrım yapmamış, BÜYÜK MEHDİ ifadesiyle bahsettiği Hz. Mehdi’nin bu üç özelliğe birden sahip olacağını belirtmiştir.

C)... o vazifeleri ONUN cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimizin soyundan gelenler) cemaatinin yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz...”

- Üstad, “O vazifeleri ONUN cemiyetinin yapacağını Allah’tan umuyoruz” sözleriyle bu görevleri Hz. Mehdi’nin başında bulunduğu ve onun temsil ettiği kudsi cemaatin gerçekleştireceğini açıklamıştır.

D)... Ve ONUN üç büyük vazifesi olacak...

- Bu üç büyük vazifeyi gerçekleştirecek olanın HZ.MEHDİ olduğunu Bediüzzaman sözlerinin sonunda bir kez daha belirtmiştir.

... BÜYÜK MEHDİ’NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR. Ve SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ, her bir asır me'yusiyet (ümitsizlik) vaktinde, kuvve-i maneviyesini (manevi kuvvetini) te'yid edecek (sağlamlaştıracak) bir nevi Mehdi'ye veyahud Mehdi'nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan; rahmet-i İlahiyye ile (Allah’ın rahmetiyle) her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi al-i beyt-ten (Peygamberimiz (sav)in soyundan) çıkmış, ceddinin şeriatını (Kur’an-ı Kerim'in tarif ettiği ve bildirdiği yolu) muhafaza (koruma) ve sünnetini ihya etmiş (yeniden canlandırmış)... (Şualar, sf. 590)


Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat , ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp), cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek. (Hutbe-i Şamiye, sf. 25)

Bediüzzaman’ın Şam Hutbesi, Hz. Mehdi’nin görev zamanı ile ilgili net tarihler vermiş olması açısından son derece önemlidir:

1981- 1991 yılları – Hz. Mehdi'nin faaliyetlerine başlaması

1) ... Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA…

Bediüzzaman’ın vermiş olduğu bu tarih ile, bu hutbenin okunduğu tarihten 30-40 yıl sonrası, yani Hicri 1401-1411 yılları kastedilmiştir. Miladi olarak ise bu tarihler 1981-1991 tarihlerine denk gelmektedir.

2001 – Hz. Mehdi'nin materyalist felsefe karşısındaki galibiyeti

2) ... İnşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek...

Said Nursi, yukarıdaki sözünün bu son kısmında Hz. Mehdi’nin bu görevini yarım asır yani 50 yıl içinde tamamlayacağını bildirmiştir. Yani materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerin insanlar üzerindeki etkisinin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yok olacağına işaret etmiştir. Bu tarih ise Hicri 1421 yani 2001 yılına denk gelmektedir.

2004 – Hz. Mehdi önderliğinde insanların Kuran ahlakına yaklaşmaları

Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatı’nda, Hz. Mehdi'nin mücadele ve hakimiyet devreleri ile ilgili olarak verdiği tarihlerden bir diğeri ise 2004 yılına ilişkindir. Bediüzzaman Kuran’ın “Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki "...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." cümlesi hakkında, geleceğe yönelik şöyle bir bilgi vermektedir:

“Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirtleri (talebeleri) olabilir.” (Şualar, sf. 605)

Bediüzzaman bu ayetin ebced değerinin Hicri 1424 yani miladi 2004 yılına denk geldiğini ve bu tarihin, Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının dünya hakimiyeti devrelerinden birine işaret ettiğini bildirmektedir.

2008 – Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının galibiyeti

Bediüzzaman, Kuran ahlakının galibiyeti ve hakimiyeti konusunda geleceğe yönelik olarak verdiği haberlerden bir diğerinde ise şöyle bildirmektedir:

Şu ayetin gizli imasına “Kim Allah'ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” (Maide Suresi, 56) ayeti teyid ediyor. Çünkü “... hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır.” ayetindeki şeddeli nun (Arapça şeddeli nun harfi) bir sayılsa tam evvelki ayete tevafuk ile (denk gelmesiyle) Hizb-ul Kur’an’ın (Kuran taraftarlarının) faaliyetine vasıta olan bir hadiminin (hizmet eden kimsenin) Kur’an okumaya başladığı 1302 tarihine iki fark ile tevafuk etmekle beraber şeddeli nun iki nun sayılsa binüçyüzelli (1350) eder ki; bu tarihte Kuran’dan muktebes (alınan bilgilerle hazırlanan) olan Risale-i Nur etrafında toplanan, bütün kuvvetleriyle Kuran hizmetlerine çalışan Hizb-ul Kur’an’ın faaliyeti ve delalet (sapkınlık) ve zındıkaya (dinsizliğe) manen galebe ettikleri (galip geldikleri) bir zamana tevafuku (denk gelmesi) ise istikbalde (gelecekte) tam galebelerine (tam galibiyetlerine dair) bir ima-i gaybidir (gizli bir işarettir). (8. Lem’a, Keramet-i Gasviye)




1- MÜCEDDİDLER NE ZAMAN GÖNDERİLİRLER?
Ashâb-ı Kütüb-i Sitte'den İmam-ı Hâkim'in "Müstedrek"inde ve Ebu Dâvud'un "Kitab-ı Sünen"inde, Beyhaki "Şuab-ı İman"da tahriç buyurdukları (delillere dayanarak ortaya koydukları): HER YÜZ SENEDE BİR, CENAB-I HAK BİR MÜCEDDİD-İ DİN (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre açıklamak üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyici) GÖNDERİYOR... hadis-i şerifine mazhar (sahip, erişmiş) ve mâsadak (belirtilen özelliklere tam olarak uyan) ve müzhir-i tam olan (uyarma görevini tam olarak yerine getiren)... (Barla Lahikası, s. 119)

Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak, Allah'ın her yüzyıl başında bir müceddid göndereceğini bildirmektedir.

Peygamber Efendimiz (sav) bir diğer hadisinde "her yüzyılda bir müceddid gönderildiğini" şöyle bildirmiştir:

Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)

Hadiste, Allah'ın her yüz senede bir müceddid yani dini hurafelerden arındırıp tekrar Kuran'da anlatıldığı şekliyle ortaya koyan, Peygamberimiz (sav)'in sünnetiyle hareket eden, zamanın ihtiyaçlarına göre insanların kafasında oluşan sorulara Kuran'dan çözümler getiren bir kişiyi gönderdiği belirtilmektedir. İlerleyen bölümlerde açıklanacağı gibi, Peygamberimiz (sav)'den sonraki her yüzyıl başında insanlara doğruyu gösterecek bir müceddid göndermiştir. Ahir zamanın büyük müceddidi de Hz. Mehdi olacaktır. Hz. Mehdi, pek çok hadiste bildirildiği gibi, Kuran ahlakını eksiksiz uygulayacak, dini batıl inanış ve uygulamalardan arındıracak, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini yeniden canlandıracak ve bunu tüm dünyaya hakim kılacaktır.

2- HİCRİ 12. ASRIN MÜCEDDİDİ KİMDİR?

Baştaki hadis-i şerifin "her yüz sene başında dini tecdid edecek (yenileyecek) bir müceddidi (yenileyiciyi) gönderiyor" müjdesinin ihbarına (verdiği bilgilere) muvâzi (uygun) olarak HAZRET-İ MEVLANA HALİD -ekser ehl-i hakikatin tasdikiyle (din alimlerinin büyük bir çoğunluğunun onaylamasıyla ve ittifakla)- 1200 senesinin yani ON İKİNCİ ASRIN MÜCEDDİDİDİR. (Barla Lahikası, s. 120)

Bediüzzaman bu sözünde, Hz. Mevlana Halid'in 12. asrın müceddidi olduğunu açıklamaktadır.

Peygamberimiz (sav)'den sonra, hadislerde bildirildiği gibi her yüzyıl başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gelmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir.

Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Bu mübarek insan, İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun ittifakıyla, Hicri 12. ve 13. yüzyıllar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman da bu gerçeğe dikkat çekmektedir.

3- HİCRİ 13. ASRIN MÜCEDDİDİ KİMDİR?

Madem TAM YÜZ SENE SONRA aynen dört cihette (yönde) tevafuk ederek (tam uyarak) RİSALE-İ NUR ECZALARI (BÖLÜMLERİ) AYNI VAZİFEYİ GÖRMÜŞ... Kanaat verir ki -nass-ı hadis ile (hadisin şüpheye yer bırakmayan ifadesi ile)- Risale-i Nur tecdid-i din (dini yenileme) hususunda BİR MÜCEDDİD HÜKMÜNDEDİR. (Barla Lahikası, s. 121)

Bediüzzaman bu sözünde ise, Hz. Mevlana Halid-i Bağdadi'den tam yüz sene sonra kendisinin ve eserlerinin bir müceddid görevi gördüğünü açıklamaktadır. Buna göre, 13. asrın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi'dir.

Bediüzzaman Said Nursi. Mevlana Halid-i Bağdadi'den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bedüzzaman, Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid'den yüz sene sonra yani 13. asırda büyük bir iman hizmeti gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddiddir.

Bediüzzaman, Risale-i Nur'un müceddidlik yani dini yenileme görevini tam olarak yerine getirdiği konusunda güçlü bir kanaati olduğunu belirtmiştir. Risale-Nur'un etkileri ile müceddidlerin faaliyetleri tam bir uygunluk göstermiş, 12. asırdaki Hz. Mevlana Halid ile aynı görevi, Hicri 13. yüzyılda Bediüzzaman'ın vesile olduğu Risale-i Nur yerine getirmiştir. Dolayısıyla Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid'den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur dolayısıyla, risalelerin yazarı olan Bediüzzaman da 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddiddir.


Bediüzzaman'ın burada ortaya koyduğu önemli bir başka konu daha vardır: Tüm elçiler ve peygamberler gibi, Peygamberimiz (sav)'den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid de bir şahs-ı manevi olarak gönderilmemiştir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği adetullahına uygun olarak tüm müceddidler, insanları uyarıp korkutacak, onları Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıran bir hidayet rehberi olabilecek birer insan olarak gelmişlerdir. Ve her birinin talebeleri ve takipçilerinden meydana gelen birer şahs-ı manevileri oluşmuştur.

Mevlana Halid-i Bağdadi ve Bediüzzaman gibi müceddidler bunun en güzel örneklerindendir. Bu mübarek şahıslar yaşadıkları yüzyıllarda birer şahıs olarak gelmiş büyük İslam alimleridir. Her biri beklenildiği gibi gelip görevlerini yerine getirmişlerdir. Her birinin çevresinde, talebelerinden oluşan ve kendilerini temsil eden şahs-ı manevileri olmuştur. Çevrelerinde bulunan bağlıları ve talebeleri büyük hizmetler yapmışlar, onların şahs-ı manevilerini oluşturmuşlardır. Ancak elbette ki bu şahs-ı manevilerin başında birer müceddid olarak hem Mevlana Halid-i Bağdadi hem de Bediüzzaman bizzat yer almışlardır. Demek ki onlardan sonra gelecek olan Hz. Mehdi de aynı şekilde manevi bir şahıs olmayacak, aynı görevleri üstlenebilecek, dinin hakikatlerini insanların ihtiyaçlarına göre açıklayabilecek İslam alimi ve müceddid hükmünde bir şahıs olacaktır. Bediüzzaman bu gerçeği verdiği bilgilerle çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

4- HİCRİ 14. ASRIN (BULUNDUĞUMUZ YÜZYILIN) MÜCEDDİDİ KİM OLACAKTIR?

"Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin Şakirtleri olabilir." (Şualar, s. 605)

Bediüzzaman, İslam aleminin üzerindeki zulüm ortamının kendisinden "bir asır sonra" ancak Hz. Mehdi vesilesi ile dağıtılacağını söylemiştir. Kendisinden bir sonraki yüzyılda yani Hicri 1400'lü yıllarda Hz. Mehdi'nin yapacağı çalışmalarla, Müslümanların büyük sıkıntılardan kurtulup feraha kavuşacaklarını açıklamıştır.

İSTİKBAL-İ DÜNYEVİYEDE (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA GELECEK bir HAKİKATİ asırlarında KARİB (yakın) ZANNETMİŞLER. (Sözler, s. 318)

Bediüzzaman bu sözleriyle İslam tarihinde pek çok kişinin Hz. Mehdi'nin kendi dönemlerinde geleceğini düşünerek yanıldıklarını belirtmiş ve Hz. Mehdi'nin geliş zamanı hakkında bilgi vermiştir:

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, Peygamberimiz (sav)'den "1400 SENE SONRA" geleceğini hatırlatmıştır. Bu çok önemli bir bilgidir. Bediüzzaman burada ne 1373, ne 1378 ne 1398 ne de başka bir tarih vermemiş tam olarak 1400 yıl sonrasından bahsetmiştir. Bu tarih Miladi 1980 yılına denk gelmektedir. Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak Hicri 14. yüzyıla kadar müceddidlik görevini yerine getiren Bediüzzaman, Hicri 1379 yani Miladi olarak 1960 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin gelişi için kendi yaşadığı dönemden çok ileriki bir tarihi belirtmektedir.

Bediüzzaman "1400 YIL SONRA" tarihini vererek aynı zamanda "14. ve 15. yüzyıllar arasında görev yapacak olan müceddidin de Hz. Mehdi olduğunu" haber vermektedir.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman Hz. Mehdi için "1400 sene sonra GELECEK" ifadesini kullanarak, Hz. Mehdi'nin kesin olarak "geleceğini" müjdelemektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin manevi bir kişi olmadığını, "belirtilen tarihte gelecek bir şahıs olduğunu" açıklamaktadır.

Bediüzzaman verdiği bu bilgiyle ayrıca Hz. Mehdi'nin geçmişte ve Bediüzzaman'ın kendi yaşadığı dönemde henüz gelmemiş olduğu konusuna da açıklık kazandırmaktadır. Çünkü dikkat edilirse Bediüzzaman "Hz. Mehdi geldi ya da gelmiş" dememekte, "gelecek zaman" belirten bir kelime kullanmakta ve "GELECEK" demektedir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi için "HAKİKAT" kelimesini kullanmıştır. Bediüzzaman bu ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin gelişinin bir hakikat yani hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar "kesin bir GERÇEK" olduğunu belirtmiştir.

Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca, Hz. Mehdi'nin gelişinden önce Mehdi olduğu sanılan şahısların aksine, "1400 sene sonra gelecek olan Mehdi'nin bir hakikat" olacağını belirtmiştir. Yani bu kutlu zatın, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği tüm özelliklere sahip olan "GERÇEK MEHDİ" olacağını ve bu özellikleriyle Mehdi sanılan kişilerden ayırt edilip tanınacağını hatırlatmıştır.

Bediüzzaman daha önce de birçok kişinin, Hz. Mehdi'nin geliş tarihi ile ilgili çeşitli kanaatlere kapıldıklarını ve bu mübarek zatın "kendi yaşadıkları yüzyıla yakın" bir tarihte geleceğini sandıklarını belirtmiştir. Ancak Bediüzzaman "KARİB (YAKIN) ZANNETMİŞLER" diyerek söz konusu kişilerin Hz. Mehdi'nin önceki tarihlerde çıkmış olabileceğini düşünmekle yalnızca bir "zanda bulunduklarını" ancak yanıldıklarını hatırlatmıştır. Gerçekte ise Hz. Mehdi'nin "Hicri 1400 yılında" geleceğini ve bu tarihten sonra faaliyetlerine başlayacağını bildirmiştir. Nitekim Bediüzzaman'ın verdiği bu tarih Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde verilen bilgilerle tam bir uyum halindedir.
turanturan
Aug 17 2006, 05:00 PM
verasetsistemi veya halife tayin etme tarikatlara mahsus bir durum.risale-i nur hareketinin de şahıs endeksli olmadığı da bilinen bir gerçek.zaten ''risale-i nur hareketi''. adından da belli.sais nursi hareketi değil yani.dolayısıyla kitabi bir sisteme şahsi bir varis mümkün değil.sistem de devam ettiğine göre varise gerek yok demektir.hareket tarzı,nasıl hizmet edileceği külliyatta tafsilatıyla belirtilmiştir.bitmeyen bir şeyin varisi olmaz selamlar
samyeli
Aug 18 2006, 12:20 PM
ALINTI(turanturan @ Aug 17 2006, 06:00 PM)

verasetsistemi veya halife tayin etme tarikatlara mahsus bir durum.risale-i nur hareketinin de şahıs endeksli olmadığı da bilinen bir gerçek.zaten ''risale-i nur hareketi''. adından da belli.sais nursi hareketi değil yani.dolayısıyla kitabi bir sisteme şahsi bir varis mümkün değil.sistem de devam ettiğine göre varise gerek yok demektir.hareket tarzı,nasıl hizmet edileceği külliyatta tafsilatıyla belirtilmiştir.bitmeyen bir şeyin varisi olmaz selamlar



Yuvarlak kelimelerin açılımı gerek o zaman çok şeyin değiştiğini göreceksin. Risalei Nur Üstad Bediüzzamana endekslidir. Onun Kuran tefsiridir. Hayvanlar aleminde bile tevhid ve imamet hilafet cari iken üstadın hareketi esen yellere emanet ettiğini söylemek abesle iştigalden başka ne olabilir. Söylenecek sözü olmayanların sözleridir sizin sözlerinizi, toptan havale etmiş gitmişsiniz külliyatı. Bir söylermisin bu sözleriniz üstadın hangi risalesinde yazılı, bu manayı nerden çıkardın. Üstad Bediüzzaman boşunamı küçük sarıklı gençten bahsediyor. Hazreti Muhammedsiz bir İslam düşünülebilirmi? Bitmeyen bir şeyin varisi olmazda ne demek, Hazreti Rasulullhada buyurmuyormu Alimler Peygamberlerin varisleridir. Alimlerde lamu tarif var öyle her önüne gelen alim değil. Hazreti Rasulullah bu hadisi irad buyururlarkende İmam Aliyi sahabelerin en alimi olarak belirlemiş, ben ilim şehriyim alide ilim şehrinin kapısıdır. Rasulullahın varisleri onun soyundan olan alimlerdir. Üstad Bediüzzamanda hazreti Hasan neslinden olup Ehli Beyttendir. ki onun varisininde Ehli Beyt soyundan olması gerekir vede öyledir.
osmanlılar
Aug 18 2006, 03:24 PM
alimler peygamberlerin varisleridir,yani kitapları değil öyle değilmi kardeşlerim,öyle olmasa mevlanın mesnevisi,mektubatlar,yunusun güzel şiirleri hepsi zaman içinde gelen yeni müceddide uymuştur,kimsa demememiştir belkide ozamanlarda olmuştur mesela bir mevlananın öğrencisi ben başka mürşid tanımam demiş olabilir ama ondan sonra mürşid veya müceddid gelmiştir saidi nursi hz de geleceğini söylemiştir verdiği tarihler yukarda sevgili nurcu kardeşlerim ama üstat gene derki,mehdi de deccal de iman nuruyla tanınacaktır,yani herkes bilemeyecek ilk başta diyor üstadın verdiği tarihlere göre mehdi görevine başlamıştır,öyleyse fatiha suresi 5 te yalnız senden yardım isteriz yalnız sana ibadet ederiz diyoruz. bu konuda da Allahtan yardım isteyelim,

2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.


16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.


18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://kutluforum.yetkinforum.com
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Empty
MesajKonu: Geri: Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI   Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI Icon_minitimePtsi Mart 22, 2010 10:01 am

EHL-İ SÜNNET ANLAYIŞINA GÖRE MEHDİLİK
Dr. Selman Kuzu





İtikadî bağların zaafa uğradığı, amelin terk edildiği, muamelâtın tamamen gözden çıkarıldığı dönemlerde kurtarıcı bir zatın beklenmesinin tarihi çok eskilere dayanır. Peygamberlik silsilesinin devam ettiği devirlerde beklenen bir peygamber, bir Mesih'dir; Efendimizden sonra da hemen her dönemde bir müceddid, bir kurtarıcı beklenmiştir; ama artık beklenen, bir peygamber değil, O'nun soyundan gelecek bir rehber olmuştur.

Mehdi” kelimesi, “Heda: doğru yolu bulmak, yol göstermek” mastarından, “kendisine Allah tarafından yol gösterilen, hidayete erdirilmiş kimse” anlamına gelir. Istılahta ise, zulüm ve haksızlıkların yaygınlaştığı zamanda, yeryüzünü adaletle dolduracak, Efendimiz’in müjdelediği vazifeli şahsın adıdır. Hadislerde belirtildiği üzere bu kimse Peygamberimiz’in soyundan olacaktır: Ümmü Seleme validemiz Peygamberimiz’den şöyle işittiğini söylemektedir: “Mehdi benim soyumdan, Fatıma’nın çocuklarındandır.” (Ebu Davud, Mehdi 1)

Mehdi’nin Geleceğini Bildiren Hadisler

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in ister geçmişe, isterse yakın ve uzak geleceğe ait hatta kıyamet öncesi ve ondan sonrasına dair verdiği haberler vardır. Bu geçmiş ve geleceğe ait gaybi haberler O’nun mucizelerindendir. O, -peygamberliğinden önce de sonra da- ne dediyse doğru söylemiş ve haber verdiği her şey tek tek çıkmıştı. Zira O, hep ilahi mesajlarla konuşmuş, vahyin tercümanlığını yapmıştır. Zira, “O hevâdan konuşmaz.” (Necm 53/3)

İşte Yüce Resul’ün, Mehdi, Deccal ve Hz. İsa’nın nüzûlüyle ilgili verdiği haberler, zamanı gelince birer birer gerçekleşecektir. Bugüne kadar söyledikleri, O’nun sıdk ve hakkaniyetini gösterdiği gibi bundan sonra da, sahih hadislerde belirtilen istikballe ilgili müjdeleri, bir kere daha O’nun hak bir peygamber olduğunu ispat edecektir.

1. Mehdi Muhakkak Gelecektir.

Ahirzamanda zulüm ve adaletsizlik her tarafı kapladığı bir sırada, ehl-i beytten bir kişinin çıkacağı, zülmü ortadan kaldıracağı, adaleti ikame edeceği ve bir cihan hakimiyeti kuracağı, hadislerde belirtilmektedir.

Abdullah b. Mesud’dan rivâyet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Dünyadan sadece bir gün bile kalsa, Allah o günü uzatır ve o günde benden veya benim ehl-i beytimden ismi ismime, babasının ismi babamın ismine denk bir adam gönderir.” Fıtr b. Halife’nin rivayetinde “Zulümle ve zorbalıkla doldurulmuş olduğu gibi, yeryüzü adalet ve doğrulukla doldurulacaktır.” ilavesi vardır. Süfyan’ın rivayetinde de; “Benim ehl-i beytimden ismi ismime uygun bir kimse Araplara hakim oluncaya kadar dünya gitmez veya ömrü bitmez.” (Ebu Davud, Mehdi 1; Tirmizî, Fiten 52) ilavesi vardır.

Tirmizî bu hadisler için “hasen–sahih” demektedir. Ebu Davud bu hadisler hakkında bir değerlendirme yapmamış, susmayı tercih etmiştir. Ebu Davud’un bir değerlendirme yapmaması, bu hadisleri sahih kabul ettiği manasına gelmektedir.

Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifle birlikte burada kaydetmediğimiz pek çok hadislerde, kıyametten önce, hatta kıyametin kopmasına bir gün veya bir gece bile kalsa, Allah, Mehdi’yi gönderecek, ona yaptırmak istediği vazifeleri yaptıracak ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır.

2- Mehdi Döneminde İktisadî Hayat

Mehdi hadislerinde ekseriyetle göze çarpan hususlardan biri de, Mehdi’nin malı saymadan bol bol dağıtması, ihsanının bol ve peşin olması, onun zamanındaki ümmetin, hiçbir ümmete nasip olmayacak şekilde refah içinde yaşamasıdır. Yüzeysel bir bakışta imkansız gibi gözüken bu iktisadi zenginlik, aslında adil bir idarenin, cihan çapında temin ve tesis edilen hakiki adaletin bir yansıması olacaktır, denilebilir.

Bugün yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile önümüze bir sofra gibi hazırlanmış şu yeryüzü ve kâinat sofrası, beş milyara ulaşmış dünya nüfusunu doyurmaya yeter ve artar bile. Fakat, her şey başı ve sonu itibarı ile eğitime, sistemli ve disiplinli çalışmaya bağlıdır. Mehdi, insanı gerçek mana ve değerine kavuşturacak olan hakiki adaleti cihan çapında gerçekleştirdikten sonra, onun bir parçası olan dengeli gelir dağılımını, kaynakların tam ve isabetli kullanımını, her çeşit israf ve sefahetin önlenmesini de temin edecektir.

Mehdiliğe ait bu önemli unsurları gördükten sonra şimdi de Mehdi hadislerinin ve Mehdilik düşüncesinin genel bir değerlendirilmesini yapmaya çalışacağız.

Mehdi Hadislerinin Genel Değerlendirilmesi

1- Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mehdi’yi Haber Vermiştir.

Hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ümmetini Mehdi’yle müjdelemiş ve bu haberler bize sahih hadis kaynaklarında sahih bir yolla intikal etmiştir.

Bu rivayetler arasında Tirmizi ve Ebu Davud’un hadisleri mehdilik düşüncesiyle ilgili en sahih rivayetleri teşkil etmektedir. İbn Mâce’nin hadisleri ise ravilerinin bazıları itibarıyla zayıftır. İbn Mace’nin ravilerinin arasında Şiî olduğu söylenen kimseleri de genel anlamda sadece Şia mezheplerinden herhangi birisine mensupmuş gibi anlamak yanlıştır. Bunların, Ehl-i Beyt’e düşkünlükleri itibarıyla bu şekilde değerlendirilmiş olma ihtimali asla göz ardı edilmemelidir. Yoksa onlar aşırı veya aşırı olmayan çeşitli Şia gruplarına mensup olsalardı hadis imamlarımız kendilerinden hadis nakletmeyi mahzurlu görür ve terk ederlerdi.

2- Mehdi’yle İlgili Buharî ve Müslim’de Hadis Var mı?

Mehdi’yi müjdeleyen hadîslerin, İmam Malik’in Muvatta’ında, Buharî ve Müslim’in Sahih’lerinde yer almayışını bir zafiyet işareti olarak değerlendirmek asla doğru değildir. Zira sahih hadisleri sadece bu iki eserde bulunan hadislerle sınırlayarak, Mehdilik düşüncesinin İslâm’da olmadığını iddia etmek, Mehdiliği reddetmede delil olarak buna sığınmak, hadis ve hadis usulü açısından kabul edilemez bir yargıdır. Zira, Buhari ve Müslim’de bulunmadığı halde diğer hadis kaynaklarında bulunan pek çok sahih hadis ve bunlara dayanılarak hüküm verilen pek çok mesele vardır. Dolayısıyla Mehdi hadislerinin Buharî ve Müslim’de rivayet edilmemesini, Mehdiliği reddetmede temel veya yardımcı kriter olarak kullanma tamamen yanlıştır. Nitekim Buhari ve Müslim’in sıhhat şartlarına uyduğu halde eserlerine almadıkları hadisleri, “Müstedrek” adlı çalışmasında toplayan Hâkim, Mehdilikle ilgili 12 tane hadisi bu kitabına almıştır.

Müslim’in Ebu Hureyye’den rivâyet ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: “Kahtan’dan1 bir adam çıkıp da elindeki asasıyla insanları idare etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Buharî, Fiten 23; Müslim, Fiten 18) Burada, Kahtânî’nin Mehdi’den sonra geleceğini ifade eden açık bir lafız yoktur. Fakat zayıf rivâyetlerde, Kahtânî’nin Mehdi’den sonra geleceği ve ondan geri kalmayacağı söylenmektedir.2

Yine Müslim’de geçen bir başka hadiste ise, ahirzamandaki bir bolluk ve refah dönemine işaret edilmekte ve saymaksızın mal dağıtan bir halifeden bahsedilmektedir. Bazı kimseler, Hz. Ömer b. Abdülaziz dönemindeki bolluğa bakarak bu hadisi ona tevil etmiştir. Ancak “Ümmetimin sonunda” tabiri bu zenginliğin, ümmetin sonunda da olacağını göstermektedir. Aslında burada kastedilen Halife’den maksat Mehdi’den başkası değildir. Netice olarak bütün bu hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki, adı ne olursa olsun, genel manada bir ıslahatçıdan, bir kurtarıcıdan bahsedildiği kesindir. Dolayısıyla bu konuda Buharî ve Müslim’in rivayetlerini esas alacak olsak da hadislerde mehdi düşüncesinin varlığı şüphe götürmeyen bir gerçektir.

3- Mehdi Hadislerini Rivayet Eden Sahabiler

Mehdi’yle ilgili sahih hadislerin yanında bazı zayıf rivayetlerin varlığı, Mehdi’yle ilgili bütün hadislerin zayıf ve uydurma olduğu anlamına gelmez. Adeta hadis-i şeriflere hizmet için yaratılmış cerh ve tadil âlimleri ve Muhaddisler sahih hadisleri zayıf hadislerden ve uydurma sözlerden ayıklamış ve bu konuda müstakil eserler kaleme almışlardır. Bu sahih hadis mecmualarının hemen hepsinde Mehdi’yle ilgili sağlam haberler bulmak mümkündür. Dolayısıyla hadis uzmanları Mehdi’yle ilgili zayıf ve uydurma rivayetlerin varlığını kabul ederlerse de, hadis literatüründe Mehdî meselesinin gerek isim ve gerekse mefhum olarak varlığını inkar etmenin mümkün olmadığı kanaatindedirler. Zira bu hadisler ashabın en tanınmış kişileri tarafından rivayet edilmektedir. Onların mehdiyle ilgili bu rivayetleri asla ictihadî bir kanaat olamaz. Zira bu mesele bir ictihad konusu değil, ancak nakille bilinebilecek bir mevzudur ve “Mevrid-i nasda içtihada mesağ” yoktur. Kaldı ki mehdi hadisleri bize elli kadar sahabe kanalıyla gelmektedir. Bunun üçte biriyle gelen bir haber bile mütevatir kabul edilirken mehdi hadislerinin toptan reddedilmesi asla düşünülemez.

Elliden fazla sahabinin rivayet ettiği ve ehl-i hadisin kabul ettiği bir meseleyi, ehl-i beytin ezilmesi sonucu bir kurtarıcı fikri üretip geliştirmelerine bağlamak veya bu düşüncenin Yahudi ve Hıristiyanlıktan İslâm dünyasına bulaşmış bir düşünce olduğunu iddia etmek hiçbir ilmî kritere göre kabul edilemez. Böyle bir açıklama tamamen bir kurgudan ibaret hiçbir değeri olmayan vâhi bir iddia olur. Dolayısıyla bize bu kadar çok kanaldan ulaşan bu hadis ve rivayetleri, aklı şaşmaz yegane ölçü olarak kabul edip inkar etmek asla doğru değildir.

4- Mehdi Haberleri Tevatür Seviyesine Ulaşmıştır.

Hadis âlimleri sahih hadis kaynaklarında rivayet edilen Mehdi hadislerinin manevi mütevatir haber seviyesine ulaştığını belirtmektedir. Mütevatir haber; aklın, yalan üzerine ittifak etmelerini kabul edemeyeceği kalabalık bir cemaatin, yine aynı şekilde kalabalık bir cemaatten rivayet ettikleri hadislerdir. Manevî mütevatir ise, kelimenin manasından da anlaşılacağı gibi, “Lafzî mutabakatı olmayan, mana üzere rivayet edilen hadislerdir.” Bu tür hadislerde tevatür derecesine ulaşan husus hadisin aslıdır, yahut özüdür. İşte Mehdi’yle ilgili hadisler o kadar şöhret kazanmış ve ümmet tarafından kabul görmüştür ki Kettanî, mütevatir haberleri topladığı eserinde Mehdi’nin gelişiyle ilgili hadisleri bu türden saymaktadır. Kettanî, Hafız Sehavî, Ebu’l-Huseyn el-Aburri, es-Sefarinî, Şevkanî, İbn Hacer el-Heysemî gibi pek çok hadis âliminin de bu konudaki hadislerin manevi mütevatir seviyesine ulaştığını tespit ettiğini de belirtmektedir.3

5- Mehdi’yle İlgili Rivayetlerdeki İhtilafın Sebebi

Burada, Üstad Bediüzzaman’ın Mehdi ve benzeri konulardaki rivâyetlerin ihtilaf sebebi hakkındaki önemli bir tesbitini de, hadisleri anlama ve yorumlamada bize bir rehber, önemli bir anahtar olduğu için belirtmek istiyorum.

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın istikbalden haber verdiği bazı hâdiseler, cüz’i birer hadise değil, belki tekerrür eden birer hadise-i külliyeyi, cüz’i bir surette haber verir. Halbuki o hadisenin müteaddit vecihleri var. Her defa bir veçhini beyan eder. Sonra hadisin ravisi, o vecihleri birleştirir. Hilâf-ı vaki gibi görünür. Meselâ, Hz. Mehdi’ye dair muhtelif rivâyetler var. Tafsilât ve tasvirat başka başkadır. Halbuki, Resul-i Ekrem (a.s), vahye istinaden, her bir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hâdiselerde ümitsizliğe düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine, ehl-i imanı mânevi raptetmek için Mehdiyi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdi gibi her bir asır, Âl-i Beytten bir nevi mehdi, belki mehdiler bulmuş. Hattâ, Âl-i Beytten sayılan Abbasi halifelerinden, Büyük Mehdinin çok evsâfına câmi bir mehdi bulmuş. İşte, büyük Mehdiden evvel gelen emsalleri, nümuneleri olan hulefa-i mehdiyyin ve aktâb-ı mehdiyyin evsafları, asıl Mehdinin evsafına karışmış ve ondan rivâyetler ihtilafa düşmüş.”4

Yine Bediüzzaman, bu ihtilafın bir sebebinin de hadislerin o günün sosyal, siyasal ve coğrafî şartlara göre yorumlanmasından kaynaklandığını şöyle belirtmektedir: “Şimdi Mehdi gibi eşhâsın hakkındaki rivâyâtın ihtilâfâtı ve sırrı şudur ki: Ehadîsi tefsir edenler, hadisin metnini tefsirlerine ve istinbatlarına tatbik etmişler. Meselâ: Merkez-i saltanat o vakit Şam’da veya Medine’de olduğundan, vukuat-ı Mehdiye veya Süfyâniyeyi merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kûfe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler.”

6- Bu Haberler Müteşabih İfadelerle Gelmiştir.

Müteşabih, birden fazla manaya gelebilen, zahiri manasıyla anlaşılması da beşer aklı yönünden güçlük arz edebilen izah ve yoruma muhtaç olan ifade demektir. İşte Mehdi, Deccal, Hz. İsa’nın nüzûlü veya Dabbetu’l-Arz gibi gelecekle alakalı haberler genelde bu şekilde ifade edilmiştir. İstikballe ilgili Allah Resulü (s.a.s.)’den nakledilen bu hadis ve rivayetlerin sahih olanları “bir lem’a-i i’caz-ı Nebevî”dir. Önemli olan bunların hakiki tevillerinin ve izahlarının ortaya konmasıdır. Bunun için gaybe ait bu hadisler, şu temel prensipler ışığında ele alınıp değerlendirilirse, ancak o zaman doğru anlaşılmış olur. Akıl da, yüzeysel bir bakışla anlamadığı bu haberler karşısında hemen red ve inkara kalkışmaz.

1- Gelecekle ve kıyamet alametleri ile ilgili rivayetler Kur’ân-ı Kerim’in müteşabih ayetleri gibi, üstü kapalı, anlaşılması ilim ehli tarafından tevile bağlı, yoruma açık olarak gelmiştir. Zira “İman ve teklif, irade dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan perdeli, derin, tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî meseleleri elbette bedihi olmaz. Herkes ister istemez tasdik edecek derecede açık ve zaruri olmaz. Ta ki Ebu Bekirler âlâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safiline düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Bu sır ve hikmet içindir ki, mucizeler seyrek ve nâdir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrât-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur’âniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve iman makbul olmaz. Çünkü Ebu Bekirler Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar. Hatta Hazret-i İsa (a.s) olduğu, imanın nuru dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hatta Deccal ve Süfyan gibi müthiş şahıslar, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.”5

2- Bu konudaki bazı gaybî haberler ise daha net ve açık olarak bildirilmiştir. Bunlarda ise yorum geçerli değildir.

3- Bu rivayetlerde bir döneme ait özellikler, şahıslara aitmiş gibi zannedilmiş ve müteşabih olmuştur.

4- Ravilerin içtihat ve yorumları hadislere karışmış olabilir.

5- Bir millete ait özellikler o günkü sosyal yapı gereği, bir şahsa verilmiş olabilir.

6- Rivayetlerde haber verilen Deccal veya Mehdilerin özellikleri birbirine karışmış olabilir.

Dolayısıyla bu ölçüler dahilinde meseleyi ele aldığımızda Mehdî’nin âdil, muksıt bir insan olacağına, “kıst”ı yani insaf, merhamet ve adaleti temsil edeceğine dair rivayetler varsa da bu konuda belli bir zaman ve belli bir şahsa açıkça delalet eden bir ifade yoktur. Yani şüphe ve tereddüde meydan vermeden sarih bir şekilde “İşte Mehdi şu şahıstır.” denilmediği için, bu haberler müteşâbihtir. Müteşabih olunca da, o mevzuda mülahazaya alınabilecek pek çok mânâlar vardır. Bir mefhum nass ölçüsünde bile olsa, sarih ifade edilmemiş ve bir zahire bağlanmamışsa pek çok ihtimal ve yorumdan herhangi birine mutlak inanmak da şart olmaz. Mehdi hadislerinin belli bir şahsa “İşte bu Mehdi’dir.” diye delaleti kesin değildir. Onun için bir kimsenin kalkıp “Ben Mehdi’yim.” iddiasında bulunması dalalet olur. Kaldı ki böyle bir iddia ile ortaya çıkıp insanları kendine tabi olmaya çağıran kimse asla Mehdi değildir. Zira Mehdi, “ben Mehdi’yim” iddiasıyla ortaya çıkmaz. Onun böyle bir iddiayla ortaya çıkmasına ihtiyaç da yoktur. Onu, herkes imanının nuruyla, basiret ve ferasetiyle her şeyden öte icraatlarıyla tanıyacaktır. Cihan çapında hakim kılacağı adalet, emniyet, güven ve devrinde herkesi kuşatan iktisadî zenginlik ve bereketle onu ümmet tanıyıp, bilecektir. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” (M. Fethullah Gülen, Ümit Burcu, s. 33-40)

7- Mehdiliğe İman, İnanç Esaslarından Değildir.

İlk asırlarda telif edilen muteber Sünnî Akaid ve Kelam kitaplarında mehdilik düşüncesi hiç ele alınmamıştır. Ne Fıkh-ı Ekber de, ne de İmam Maturidi ve Eşarî’nin eserlerinde, bununla alakalı hiç bir malumat verilmemektedir. Daha sonraki kelam kitaplarının konuları arasına girmesi ise şöyle ifade edilmektedir: “İmamet furua, yani inançla ilgili olmayan konulara ait bir meseledir. Mükelleflerin fiillerindendir. Zamanla imamet konusunda, Müslümanlar arasında yanlış itikadlar ortaya çıkınca, bilhassa Rafizi ve Harici fırkalar tarafından aşırı iddialar ortaya atılıp, İslâm’ın ana kaidelerinden uzaklaşmaya götürecek derece saplantılar yaygınlaşınca, kelamcılar imamet konusunu, kelamın konuları arasına aldılar. Nitekim aynı şeyden dolayı, akaid eserlerinin son kısımlarına, imamet ve mehdilik bahislerini de ilave etmişlerdir.”

Muhsin Abdulhamid, “Ümmetimden kıyamete kadar hak üzere devam eden bir taife bulunacaktır” (Müslim, iman 247) hadisini değerlendirirken Mehdi’nin bir şahıs değil bir topluluk olacağını belirtmektedir. Ona göre bu topluluk terk edilen dinî hayatı canlandıracak, ihmale uğrayan dinî meseleleri ise yeniden ihya edecektir. Din yolunda mücadelede bulunacak, adaleti bütün dünyada hakim kılacak, dosdoğru ölçülere sarılacak, zulümle mücadele edecek ve yeryüzüne İslâm’ı hakim kılacaktır. Bir diğer ifadeyle o meseleyi tek bir şahsa değil şahs-ı mânevîye bağlamaktadır. Onlar, dünyada yaşarlar. Şia mezheplerinde olduğu gibi gizlenmiş imam gibi gayb âlemindeki şeylerle uğraşmazlar. Böyle bir anlayış, sünnetullaha yani Allah’ın kâinattaki cari kanunlarına, İslâm’ın ruhuna ve amelî tâlimatlarına da terstir. Onun için insanların kendi vazifelerini bırakıp, Kur’ân-ı Kerîm’in hakikatlerinden uzaklaşarak hayalî bir Mehdi beklemeleri yanlıştır.6

İlk dönem eserlerinde bir inanç konusu olarak yer almayan mehdiliğin, sonraki asırlarda yazılan akaid kitaplarında yer alması ise tenkit edilecek bir husus değildir. Zira Şia mezheplerinin pek çoğunda itikadi prensipler içinde olan imamet meselesiyle yakından ilgili Mehdilik düşüncesi, bizde fer’î meselelerden sayılsa bile Kelamî açıdan incelenip, ehli sünnetin kanaati ortaya konmalıydı. Nitekim yapılan da bundan ibaretti. Mesela; Taftazanî Mehdi meselesini, imamet bahsinin bir ek konusu olarak ele almıştır. Hz. İsa’nın nüzûlünü de bu bahse dahil etmiştir. Bazı kıyamet alametleri ile alakalı kitaplarda meselenin yer alması onun itikadi bir konu olduğu manasına gelmez.

Sonuç

Sonuç olarak şunu belirtmeliyiz ki Mehdilik inancı, Şiîlerde olduğu gibi, bizde, temel bir inanç esası değildir. Zira, imanî meselelerin de, kendi içinde dereceleri vardır. Bazıları kesin delil ister, bazılarında ise, zann-ı galip kafidir. Bundan dolayıdır ki, imanın temel prensiplerinden olmayan, ahirzamanda meydana gelecek olaylarla ilgili, füru’ sayılabilecek konularda, kati delil aranmaz. Belki, yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemek yeterlidir. Kesin delil aranmaz derken, bu konudaki hadislerin, hiç araştırılıp, tetkik edilmemesi gerektiğini de kastetmiyoruz. Fakat, bu mevzuda gerekli araştırmaları yaptığımızda, hadislerin zann-ı galipten fazla şey ifade ettiğini açıkça görmekteyiz. Kaldı ki her ne kadar rivayet edilen hadisler ahad ise de amellerin fazileti ve gelecekte Müslümanların başına gelecek olaylarda bunlar hüccettirler. Hadis imamları ahad haberlerin bu hususlardaki delaletlerini kabul etmişlerdir.

Burada, şunu da özellikle tekrar hatırlatmak gerekir. Bazı yazar ve araştırmacıların belirttiği gibi, İslâm’daki Mehdi düşüncesini, tamamen “dış tesir” deyip Hıristiyan ve Yahudi kültürüne ve etkilerine bağlamayı, ilmi açıdan kabul etmek mümkün değildir. Toplumların, ahlakî ve içtimaî açıdan Mehdilik manasına ihtiyaçları göz önüne alındığında, bunun, ilahi dinlerde ortak noktalardan olabileceği de, üzerinde düşünülüp araştırılacak bir konudur. Zira, tarihin her döneminde peygamberlerden sonra, onların hakiki varisi olup, onun getirdiği vahyi yaşatacak, insanların hidayetine vesile olacak ve onları her çeşit kötülüklerden alıkoyacak, fazilet sahibi ıslahatçılara ihtiyaç olmuştur ve olacaktır da.. Aksi takdirde dinin ve vahy-i semavinin, gelecek nesillere sağlam olarak intikali mümkün değildir. İşte, bir müslümanın bu anlamda, sahih hadislerde belirtildiği şekliyle, dinî hayat ve onun hayata hayat kılınması mevzuunda, Mehdi inancını kabul etmesi normaldir. Yanlış olan, mü’minin fert ve topluma karşı vazife ve sorumluluklarını ihmal edip, Mehdi’nin gelip, ortamı düzelteceğini beklemesidir. Beşer üstü bir tabiata sahip, elinde mucizeler yaratacak ve bütün dünyaya bir anda şekil verecek bir zatın zuhurunu, oturup tembel tembel beklemektir. İslâm adına hiçbir şey yapmamaktır. “Dünya yörüngesinden çıkmış, ben mi yörüngesine oturtup, düzelteceğim. Mehdi gele, işler düzele” gibi.. gayr-i İslâmî mantalitedir. Ümitsizliğe düşüp kabuğuna çekilmedir.

Bugün, bütün Müslüman toplumların, hem İslâm’ın emirlerine hem de Allah’ın kâinata koyduğu kevnî kanunlara, hakkıyla riayet edip, maddî ve manevî kalkınmaya çalışmaları gerekir. “Mehdi ve Mesih gelecektir, onu bekleyelim.” diye hiçbir kimse, İslâm’ı yaşama ve yaşatma adına kendisine düşen vazifeleri ihmal etmemelidir. Mehdilik düşüncesi, topluma, doğrularıyla ve doğru bir üslupla anlatılırsa, tembelliğe değil, bilakis bütün Müslümanları, insanlığın beklediği böyle bir ıslahatçıya zemin hazırlama adına seferber edecektir.

* Araştırmacı - Yazar
skuzu@yeniumit.com.tr

DİPNOTLAR
1. Kahtan; Yemen kabilelerinin atası olarak kabul edilmektedir. Kahtan’ın oğulları iki kabileye bölünmüş, şehirde yaşayanlara “Himyer”, taşrada yaşayanlara ise “Kahtâni” denmiştir. Müncid. s, 546.
2. Aynî, XVI / 87.
3. Kettanî, Nazmu’l-Mütenasir mine’l-Hadîsi’l-Mütevatir, s., 236-240
4. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Şahdamar Yay., s. 131.
5. S. Nursi, Şualar, s, 884
6. Muhsin Abdülhamid, İslâm’a Yönelen Yıkıcı Hareketler, s. 52
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ehli Sünnete Göre MEHDİLİK İNANCI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Mehdilik Meselesi Üzerine
» Kuran ve sünnete dayalı matematik
» EHLİ SÜNNET VE Şİİ İNANCI ARASINDAKİ FARKLARIN ÖZETİ
» Fetret ehlinin, yani İslam'dan haberi olmayanların sorumluluğu var mıdır?
» Süyan süfyani hafdisi hakim müstedrek sahih kadınların karınlarını deşer ehli beyten birini mağlub eder

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: İslami ilimler ve dini kültür :: Dini Bilgiler -genel--
Buraya geçin: