Kadının kamu görevi ile ilgili olarak en fazla tartışılan iki konu, hâkimlik ve devlet başkanlığıdır.
HAKİMLİK:
Bu konuda üç görüş vardır:
a) Kadın hiçbir davada ve mahkemede hâkim olamaz. Müçtehidlerin çoğuna ait bulunan bu görüşün açık bir nakli delili yoktur. Kadının özellikleri, yükümlülükleri ve devlet başkanı olmamasından hareketle bu sonuca varmışlardır.
b) Kadın şahit olabildiği konularda ve davalarda hâkim de olabilir; yani ceza davaları dışındı kadının hâkim olması caizdir. Bu görüş Hanefi mezhebi müçtehidleri ile İbn Hazm’a aittir. Bu müçtehidler, kadının devlet başkanı olamamasının, hâkim olmasına engel teşkil etmeyeceğini savunmuşlardır.
c) Kadın her tür davada ve mahkemede hâkim olabilir. Bu görüş İbn Cerir et-Taberi ve el-hasenu’l-Basri’ye aittir. Bu müctehidler, ictihad edebilen vefetva verebilen her insanın (kadının) tabii olarak hakim de olabileceğini, selahiyetini sınırlayan bir delilinin bulundmadığını ileri sürmüşlerdir (M. Mustafa ez-Zuhayli, Tanzimu’l-Kada, Dimaşk 1982, s. 56 vd.). Gerek Hz. Peygamber ve gerekse Raşid Halifeleri zamanlarında kadınlara hakimlik görevi verildiğinde, bu cümleden olarak Şifa bint Abdillah ve Semra bint Nuheyk’in pazarda orktaya çıkan ticari ihtilaflarla ilgili davalara baktıklarına ve bu arada pazarın kontrol görevini de üstlendiklerine göre (Prof.Dr. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul 1991, s. 935) kadının hâkimlik görevi konusunda dini kaynaklara dayanan bir engelin bulunmaması gerekir. Bundan ötesi ihtiyaç, öncelik prensibi ve diğer şartlarla ilgili olmalıdır.
DEVLET BAŞKANLIĞI:
Kadının devlet başkanı ve vali, kaymakam gibi yüksek düzey yöneticisi olmasının cevazı tartışılmış, fıkıhçılar genellikle bu konuda menfi görüş sahibi olmuşlardır. Bu görüşü benimserken dayandıkları delil bir hadis yanında kadının özellikleri, devlet başkanlığı -ki imamlık ve ordu komutanlığı da bu görev çerçevesine girmektedir- yürütmesine engel durumları ve yükümleri, İslam tarihi boyunca uygulamada kadın devlet başkanının bulunmamasıdır. Buhari başta olmak üzere bazı hadis kitaplarında nakledilen hadisin hem doğuşunun hem de rivayetinin konumuz bakımından önemli gerekçeleri var:
Hz. Peygamber çevre ülkelerin devlet başkanlarına birer elçi ve mektup göndererek onları hak dine davet etmişti. Bu meyanda İran hükümdarına da bir mektup göndermiş, hükümdar mektubu okuduktan sonra parçalayıp atmıştı, bu haber kendilerine ulaşınca “onlar da paramparça olsun” buyurmuş, daha sonra hükümdar ölüp kızını hükümdar yaptıklarını haber alınca da, “İşlerini bir kadının idaresine bırakan kavim felah bulmayacaktır (başarı ve mutluluğa ulaşamayacaktır) demiştir. Sahabeden Ebu Bekre bu hadisi, bir kararını etkileyecek şekilde yorumlayarak naklediyor: “Allah Rasulünden duyduğum bir sözden faydalanmasaydım az kalsın Cemel savaşında savaşacaktım.” (Buhari, Meğazi 82). Hz. Peygamber’in bu sözü söylemesini hazırlayan sebepler göz önüne alınmadan, hemen bütün fıkıhçılar onu, Ebu Bekre gibi yorumlamış, genel bir kanun gibi almış ve kadının devlet başkanı olamayacağı, hatta amme görevi alamayacağı hükmünü daha çok buna dayandırmışlardır. Bu arada aile ile ilgili bazı ayetleri de (Bakara 228, Nisa 34) delil olarak sürmüşlerdir. Modernist ve gelenekçi okulların kavşak noktasında yer alan bazı yorumculara göre devlet başkanlığı da dahil bulunmak üzere kadının kamu görevini engelleyen bir nas mevcut değildir. Tam aksine kadınların bu görevlerde istihdam edilmesinin caiz olduğunu gösteren naslar ve uygulamalar vardır. Karşı tarafın en güçlü delil olarak ileri sürdükleri hadisin çeşitli rivayetleri vardır, bazı rivayetlerde ifade daha yumuşaktır. Ayrıca Hz. Peygamber’in bu sözü söylemesini hazırlayan tarihi sebepler, hadisin genel-geçer bir kaideyi değil, belli bir toplumun akıbetini haber vermeye yönelik olduğuna karine teşkil etmektedir. Önce paramparça olsunlar buyurulup sonra da “bir kadını başlarına geçirdiklerini duyunca” “felah bulmayacaklarının haber verilmesi, bu gelişmenin (kadının hükümdarlığa getirilmesinin) Hz. Peygamber tarafından iyiye alamet görülmediği açıktır; ancak bunu, kadının amme görevinde istihdamının caiz olmadığına delil saymak -aşağıda sıralanacak olan karşı deliller sebebiyle- mümkün değildir; hadisi “bunu yapan İranlılar felah bulmayacaklardır,” yahut da “devlet başkanlığı görevinde öncelik erkeklere ait iken buna riayet edemeyecek hale gelen toplum felah bulamayacaktır” şeklinde anlamak en uygun yorum olsa gerektir.
Hz. Peygamber ve raşid halifeleri zamanlarında kadınların içtihad ettikleri, hüküm ve fetva verdikleri, hakimlik yaptıkları, savaşa katıldıkları, yönetimin kararlarını etkileyecek siyasi faaliyetlerde bulundukları ifade edilmişti. Bunlara ek olarak kadının devlet başkanlığı da dahil bulunmak üzere gerektiğinde kamu görevi yapabileceklerini gösteren delilleri şöylece sıralamak mümkündür:
a) “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir (evliya); iyiyi emreder, kötüyü menederler, namazı kılar, zekâtı verir, Allah ve Rasulüne itaat ederler, Allah’ın esirgeyeceği kimseler işte bunlardır; Allah sonsuz izzet ve hikmet sahibidir.” (Tevbe [9] 71). (s. 290).
Bu ayet açık bir şekilde ve hiçbir sınır getirmeden mümin erkekler gibi mümin kadınlara da velayet (veli, evliya) hakkı getirmekte, erkekler gibi kadınlara da toplumda değerlerinin korunmasını kontrol ve temin vazifesi vermektedir. Kadının bu vazifeyi hem kadınlara, hem de erkeklere karşı yerine getirmek durumunda olduğuna da “her biri diğerinin, birbirlerinin velisidir…” ifadesi delil teşkil etmektedir.
b) Kur’an-ı Kerim’de, Neml suresinde Hz. Süleyman ile Saba melikesi (hükümdarı) Belkıs arasında geçen olaylar anlatılmaktadır. Buna göre Hz. Süleyman’a, Yemen’de bir kadın hükümdarın bulunduğu, büyük bir refah ve debdebe içinde ülkeyi yönettiği, ancak hak dinden sapmış bulundukları ve güneşe tapınmakta oldukları… haber verilir. Hz. Süleyman onlara bir mektup gönderir ve kendilerini hak dine davet eder. Belkıs bir müstebit değildir, devlet işlerini danışma yoluyla yürütmekte, meclise (mele’) getirmeden hiçbir kararını uygulamaya koymamaktadır. Mektup mecliste müzakere edilir, meclis üyeleri ülkenin yeterince güce sahip bulunduğunu, savaşı kabul edebileceklerini, yine de kararı kendisine bıraktıklarını söylerler. Belkıs, “Hükümdarlar bir şehre girince orayı harabeye çevirir, bozup dağıtır, ahalisinin aziz olanlarını zelil hale getirirler, hep böyle yaparlar…” diyerek meseleyi hediye göndermek ve görüşmeler yapmak suretiyle çözmeye çalışacağını söyler, bu yoldan yürüyerek Hz. Süleyman’a hediyeler gönderir, bilahare kendisi de gider, görüştükten sonra hak dini kabul eder ve “Rabbim ben kendime zulmetmişim, Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oluyorum.” der (Neml [27] 22-24).
Bu tarihi hadise İslam öncesine ait bulunmakla beraber Kur’an-ı Kerim’de anlatılmakta, Müslümanların bundan ibret ve örnek almaları istenmektedir. Belkıs yönetiminin aleyhinde hiçbir şey söylenmemekte onun, bilgisini, ileri görüşlülüğünü, yönetim becerisini gösteren sözleri ve davranışları nakledilmektedir. Tam yeri geldiği ve münasebet düştüğü halde bir ülkeyi kadının yönetmesinin kötü sonuçlar doğuracağına ait bir işarete bile yer verilmemektedir.
c) Hz. Aişe’nin başkanlığında gelişen Cemel vakası, açık bir siyasi muhalefet hareketedir ve bu harekette, Hz. Aişe’nin yanında yer alan büyük sahabeler vardır.
d) Devlet başkanı erkek de olsa bazı görevlerini yetişemediği için başkalarına yaptırabilir. Kadın da imamlık ve komutanlık gibi vazifeleri erkeklere yaptırabilir.
Sonuç olarak denebilir ki:
İslam’da kadının, gerektiğinde kamu görevi yapmasını yasaklayan açık, kesin, bağlayıcı bir nas mevcut değildir. Aksine bu kapıyı aralayan deliller mevcuttur. Tarih boyunca kadının kamu görevlerinde nispeten az istihdam edilmiş, devlet başkanlığı görevinde ise hiç bulunmamış olması vakıası, Doğu’ya ve Müslümanlara mahsus değildir, bütün dünyada, geçmişte ve günümüzde bu uygulamanın hâkim olduğu görülmektedir. Bu tarihi gerçek de İslam’ın tezini güçlendirmektedir:
Allah Teâlâ insan için mukaddes olan kemali gerçekleştirmeleri amacıyla erkek ve kadına, birbirini tamamlayan farklı özellik ve kabiliyetler de verilmiştir. Bu özellik ve kabiliyetler, aksine bir ihtiyaç ve zaruret bulunmadıkça tabii bir işbölümünü ve öncelikler sistemini beraberinde getirmektedir. bu cümleden olarak devlet başkanlığında öncelik erkeklere aittir; bu görevin gerektirdiği fıtri donanım daha ziyade erkeklerde vardır, bununla beraber ihtiyaç ve zaruret bulunursa kapı kadınlar için de açıktır. (s. 291).
Kaynak: Hayreddin Karaman, ”Kadının Şahitliği, Örtünmesi ve Kamu Görevi,” İslami Araştırmalar Derg., 1991 05. cilt – 4. sayı, s. 290-291.
Fotoğraf Kaynağı: http://www.houstoncriminaldefenseattorney.co/library/images/stock-images/legal-lawyers-court/woman-judge-holding-gavel.jpg