KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Hilâfetin, öncelikle Hz. Ali (ra)’ın hakkı olduğu halde, bu hakkın gasp edildiği iddiasına ne dersiniz?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6111
Rep Gücü : 14922
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Hilâfetin, öncelikle Hz. Ali (ra)’ın hakkı olduğu halde, bu hakkın gasp edildiği iddiasına ne dersiniz? Empty
MesajKonu: Hilâfetin, öncelikle Hz. Ali (ra)’ın hakkı olduğu halde, bu hakkın gasp edildiği iddiasına ne dersiniz?   Hilâfetin, öncelikle Hz. Ali (ra)’ın hakkı olduğu halde, bu hakkın gasp edildiği iddiasına ne dersiniz? Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 5:29 am

Hilâfetin, öncelikle Hz. Ali (ra)’ın hakkı olduğu halde, bu hakkın gasp edildiği iddiasına ne dersiniz?

Bu iddia da diğerleri gibi İbn-i Sebe’nin ortaya attığı bir fitnedir.
Şunu hemen belirtelim ki, Çâriyar Efendilerimizden hangisinin
diğerlerinden daha faziletli ve hilâfetin öncelikle kimin hakkı olduğu,
İbn-i Sebe’yi asla alâkadar etmezdi. Onun asıl maksadı, ashaba karşı
hürmeti kırmakla İslâmiyete şüphe ve tereddüt düşürmek ve Müslümanlar
arasında ihtilâf çıkarmak ve bunu devam ettirmekti. Bu sebeple, sorunun
cevabına geçmeden önce, ashâb-ı kiramın dinimizdeki yerini, onlara
muhabbetin ehemmiyetini ve Müslümanların ashâb arasındaki ihtilâflara
nasıl bakması gerektiğini izahta zaruret vardır.Sahabelerin durumlarını
hakkıyla takdir edebilmek için önce, Asr-ı Saadet öncesine bir nazar
gezdirmek lâzım geliyor.

O
devrede Araplar zifirî bir karanlık içindeydiler. Bu öyle bir
karanlıktı ki, onda ne iz, ne de yol belliydi. Şirkin, küfrün, tabiatın
ve zulmün bütün nev’ileri o asırda katmer katmer toplanmıştı.
Sahabeler, o yüce Zatın (asm) imanından feyiz almış ve yüce ahlâkından yakinen çok istifade etmişlerdir.

Onların
hepsi kurtuluşa erenler zümresindendir; hepsi Sahabe olma
şerefinde,müşterektir. Allah ve Resulu, onların hepsinden razı olmuş ve
onları medh-ü sena etmişlerdir.
Cenâb-ı Hak, ashâb-ı kiramdan razı
olduğunu ve onlar için ebedî nimetler,saadetler hazırladığını şöyle
beyan ediyor: “Sâbikun’un birincileri, Muhacirin ve Ensâr’a ihsan ile
onların ardınca gidenler, Allah onlardan razı oldu, onlar daAllah’dan
razı oldular. Ve onlara altlarından nehirler akan Cennetler hazırladı
ki, içlerinde ebeden muhalled olacaklar.İşte fevz-i azîm bu.” 62



Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi, hilâfet
münakaşalarının temelinde sahabe düşmanlığı yatmaktadır. Bu da
Yahudilerin tezgâhladığı bir oyundur. Bu oyunda başrolü oynayan da İbn-i
Sebe’dir
. Bu İslâm düşmanı sinsi gayretleri ve dehşetli
plânlarıyla ashaba kin beslemeyi, buğz ve hakaret etmeyi bir din, bir
mezheb haline getirmek için çok gayret göstermiştir. Onlara hakaret
etmeyi âdeta imanın bir gereği olarak takdim etmiştir. Şunu da bir ibret
levhası olarak takdim edelim ki, sahâbe-i kirama hakareti ibadet
telâkki eden bu kimselerin Kur’an’ın, Peygamber’in, sahabelerin ve
Hz.Ali’nin en büyük düşmanı olan Ebûcehil ve emsali kâfirlere dil
uzattıkları asla görülmemiştir. Bu husus cidden düşündürücüdür.

Acaba, Kur’an’da, hadîste, fıkıhda, kitaplarımızda ve hattâ akılda,
mantıkta ve insafta yeri olmayan bu davranışların nokta-i istinadı
nedir? Dinimizin getirdiği farzları, vâcibleri, sünnetleri, namazı,
zekâtı, orucu,
zikri, fikri, muhabbetullah ve mehafetullah gibi ulvî
vazifeleri terk ederek sahabeler hakkında dedikodu etmeyi bir inanç,
bir ibadet gibi benimsemek ne meşru ve ne de mâkuldür.
Çok önemli
bir hususu daha nazara vererek bu bahsi kapayalım. Ortada,çok sinsi ve
neticesi itibariyle de çok tehlikeli bir Yahudi oyunu vardır.Hilâfetin,
gerçekte, Hz. Ali’nin (ra) hakkı iken Hz. Ebûbekir (ra) tarafından

gasp edildiği iddiasıyla bütün sahabelere hata isnad edilmektedir.
Çünkü,Hz. Ali dahil, bütün ashâb-ı kiram, Hz. Ebûbekir Efendimize bîat
etmişlerdir.

Bazı
kimseler, “Hz. Ali (ra) Efendimiz, Müslümanların birlik ve
beraberliğini dikkate alarak kendi hakkını bilerek feda etti” diyorlar. O
zaman şöyle düşünmek lâzım gelmez mi: Hz. Ali Efendimiz İslâm’ın
ittifak ve ittihadını bu derece düşündüğü halde, biz hangi akılla onun
yolunu terk ederek niza ve ihtilâf yolunu açıyoruz? Müslümanların birlik
ve beraberliğe en çok muhtaç oldukları bu zamanda, 1400 sene önce
geçmiş birtakım hâdiseleri gündeme getirip Müslümanları birbirilerine
düşürmeye çalışmak hangi akıl iledir ve bunda hangi maslahat ve fayda
vardır?

Sahabeler hakkındaki bu açıklamadan sonra şimdi mezkûr soruya cevap verelim:
Halifeler devri tetkik edildiğinde görülür ki, Çâriyâr-ı Güzin
Efendilerimiz hiçbiri hilâfete, bizzat arzu ederek talip olmamışlar,
fakat o makam onlara verilmiştir. Onlar o vazifeyi istememişler, fakat
hilâfet onlara lâyık
görülmüştür. Hz. Ebubekir Efendimiz (ra) şöyle buyurmaktadır:
“Vallahi ben bu işi (hilafeti) Resulullah’tan (sav) sordum.
Şöyle buyurdular:
“Ya Ebabekir, bu iş ona talip olmayanındır. Ona rağbet edip, onun için
müdafaa edenin değildir. Ona küçüklük (tevazu) gösterenindir. Tekebbür
edenin değildir. Bu, anındır ki, o, senindir denilir. O, benimdir
diyenin değildir.”
Hz. Ömer Efendimiz (ra) de Hz. Ebubekir Efendimizin (ra) hilafetiyle ilgili olarak şöyle buyurur:
“Hz. Ebubekir hilafet için nazlandı, hilafet ona meftun oldu. O,
hilafetten çekildi, hilafet ona sarıldı. Bu, Allah’ın bir inayeti ve
lütfü idi. O büyük bir nimetti, şükrünü Allah’u teala ona vacip kıldı. O
da onu, bi hakkın yerine getirdi ve Allah’ın bu nimetine layıkıyla
mazhar oldu. Bu talih kuşu Resulullah’ın saadetli günlerinde de daima
onun başında dolanmaktaydı. Lakin O, bunlara iltifat etmez ve vaktini
gözetmezdi. O Resul-i Ekrem’in kader arkadaşıydı. Hz. Ali
garabetçe Peygamber’e daha yakın. Hz. Ebubekir ise mertebece ona
yakındır. Garabet et ile kandır, mertebe ise ruh ile nefistir.” Bu
bakımdan dindeki garabet, nesepteki garabetin üstündedir.


Evet,
Resûlullah Efendimizin (sav), âhirete teşrifleri üzerine, sahâbe-i
kiram, ümmet-i Muhammed’in birlik ve beraberliğinin muhafazasını göz
önüne alarak, hemen halife seçimine teşebbüs etmişler ve daha Peygamber
Efendimiz kabrine konulmadan bu seçimi gerçekleştirerek Hz. Ebûbekir’i
(ra) ittifakla hilâfet makamına getirmişlerdir. Hz. Ali (ra) Efendimiz
dahil, umum ashâb kendisine bîat etmişlerdir. Hz. Ebûbekir (ra)
Efendimiz hilâfet vazifesini iki buçuk sene hakkıyla ifa ettikten sonra,
vefatı sırasında, sahâbe-i kiram efendilerimize, Hz. Ömer’in (ra)
halife seçilmesini tavsiye etmiş, onlar da bu tavsiyeye uyarak o zâtı
halife seçmişlerdir. Hz. Ömer ise, bu vazifeyi onbir sene tam bir
adaletle yürütmüş, sonunda bir suikaste maruz kalmış ve henüz vefat
etmeden, içlerinde Hz. Ali de dahil altı kişilik bir hey’et teşekkül
ettirmiş ve aralarından birini halife seçmelerini istemiştir. Bu hey’et
müzakereler sonunda Hz. Osman’da karar kılmışlar ve başta Hz. Ali, bütün
sahabe, aynen bu karara uyarak kendisine bîat etmişlerdir. Bilâhare,
Hz. Osman’ın şakîlerce şehid edilmesi üzerine sahâbe-i kiram
efendilerimiz topluca Hz. Ali Efendimizin evine gitmişler, kendisinden
hilâfet vazifesini deruhte etmesini istirham etmişler, Hz. Ali (ra),
kendisi hilâfete arzulu olmadığı halde, âsilerin tehditleri sebebiyle
durumun nezaketini nazara alarak bu vazifeyi kabul etmiştir.



Görüldüğü
gibi, dört halifenin de seçimi bu ümmetin en hayırlıları olan ve her
biri bir müçtehid reyinde ve dirayetinde bulunan sahabelerin ittifakıyla
olmuştur; bu ise sarsılmaz bir icmâ meydana getirmiştir. Onlar, icmâ
ile en isabetli kararı vermişlerdir. Artık, bu icmâdan daha kuvvetli bir
icmâ düşünülemez ki, onların verdiği hükmü tartabilsin, noksan görsün,
bozabilsin.
Bununla beraber, başta müçtehidîn-i izam efendilerimiz
olmak üzere, bütün İslâm ulemâsı, sahâbe-i kiramın icmâsım aynen kabul
etmişler ve böylece ikinci bir icmâ meydana gelmiştir. Ve nihayet 14
asırdan beri
bütün ümmet-i Muhammed bu iki cemaatin kanaat ve
hükümlerini tasdik edip onların yolunda gitmekle üçüncü bir icmâ meydana
getirmişlerdir.
Resûlullah Efendimizin (s.a.v): “Benim ümmetim dalâlet üzerine toplanmaz” hadîs-i şerifleri de bu üç
icmâın sıhhatine ayrı bir sened, ayrı bir mühürdür. Bu üç icmâı
sarsabilecek bir kuvvet düşünülebilir mi? Bu, ittifak karşısında artık
hangi Müslümanın kalbinde bir tereddüt, bir şüphe kalabilir? Mevzuya
ışık tutması bakımından şu hususun da göz önüne alınmasında fayda
vardır: Ashâb-ı kiram (ra) halife seçiminde yaptıkları tercihlerde başta
âyet-i kerimelerin işarî mânâlarını ve Peygamber Efendimizin (sav) emir
ve beyanlarını nazara almışlardır.
Peygamber Efendimiz birçok
kereler şöyle buyurmuştur: “Benden sonra iki kimseye bağlanın, onlardan
biri Ebûbekir, diğeri Ömerü’l-Fâruk’tur.” Ayrıca, Hz. Ebûbekir, Ömer,
Osman ve Ali’nin (r.anhüm) sıra ile hilafete geçeceklerini; hepsinin
hilâfetinin cem’an 30 yıl süreceğini; Hz. Ömer hayatta olduğu müddetçe
Müslümanlar arasında hiçbir fitne çıkmayacağını; Hz. Osman’ın hilâfeti
esnasında âsilerce Kur’an okunurken şehid edileceğini; Hz. Ali’nin
ihtilâf ve fitneler içinde başa geçeceğini, Hz. Zübeyr, Talha ve Âişe
(ra) ile aralarında muharebe cereyan edeceğini, kendisini sevmekte ifrat
edenler olduğu gibi, düşmanlıkta da ileri gidenler bulunacağını,
mazlûmen şehid edileceğini de açıkça haber vermişlerdir. Bütün bu haber
ve beyanların doğruluğunu; zaman ve hâdisat te’yid etmiştir. Şu da var
ki: Hz. Ali’nin, Peygamber Efendimizin karabet cihetiyle en yakını
olmasına rağmen, hilâfette en sona kalmasında, kaderin hikmetli bir
tanzimi vardır. Şöyle ki: Hz. Ebûbekir, Ömer ve Osman’ın (r.anhüm)
devirleri, İslâm’ın birlik ve bütünlüğünün korunduğu tam bir fütuhat ve
inkişaf dönemi olmuştur. İran, Irak, Mısır, Suriye, Kıbrıs ve daha
birçok ülke, bu dönemde fethedilerek tevhid inancı bu beldelere
yerleştirilmiştir. Hz. Ali Efendimiz zamanında ise, bu fütuhat dönemi
durmuş, genişleyen İslâm âleminde çeşitli ihtilâflar baş göstermiştir.
Hz. Ali (ra) hilâfeti sırasında bu karışıklık ve ihtilâflarla uğraşmak
zorunda kalmış, hârika, cesaret, keskin feraset ve emsalsiz ilmiyle her
türlü sapık fikir ve bâtıl itikatların tasallutundan korumaya muvaffak
olmuştur.
İşte, ilk üç halife devrindeki ittihat, tesanüt ve İslâmî
fütuhat onların hilâfete liyakatlerini ve hak üzere olduklarını
ispatladığı gibi, Hz. Ali Efendimiz devrindeki ihtilâflar da, onun
hilâfette sona kalmasındaki hikmeti açıkça göstermektedir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin dediği gibi, Hz. Ali (ra) ilk halife olsaydı,
başta Emevîler olmak üzere çeşitli kabile ve ailelerde rekabet
damarının uyanması, bu yüzden Müslümanlar arasında birlik ve
dayanışmanın tehlikeye düşmesi kuvvetle muhtemeldi. Bu ise İslâm’ın
inkişafına büyük bir darbe olurdu.
Diğer taraftan, İslâm âleminde
çeşitli ihtilâfların ortaya çıktığı bir dönemde, Hz. Ali Efendimiz ve
Âl-i Beyt’ten başka hiçbir kuvvet, o fitnelere karşı durup dayanamaz,
hakkından gelemezdi.
Bu bakımdan, Hz. Ali’nin hilâfette sona
kalması, şahsı için bir kayıp gibi görünse de din-i İslâm için büyük
hayır ve kazanç olmuştur.
Şunu da ifade edelim, Hz. Peygamber’e
(sav) halife olmanın şerefi çok âlidir. Eğer, Hz. Ali Efendimiz (ra) ilk
önce halife olsa idi, diğer üç halife bu şereften mahrum kalırlardı.
Böylece bu ulvî vazifeyi yapma şerefine hepsi mazhar olmuşlardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Hilâfetin, öncelikle Hz. Ali (ra)’ın hakkı olduğu halde, bu hakkın gasp edildiği iddiasına ne dersiniz?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Vazgeçmeye hakkın yok!Bir komutanın vazgeçmeye hakkı yok!
» sahabelerin bazı isimleri anlamsız olduğu halde neden değişmemiş
» Azrail (as) Bir Tane Olduğu Halde, Bir Anda Vefât Eden Bir Sürü İnsanın Ruhunu Nasıl Kabzediyor?
» yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür
» “Hz.Ali (RA) Camide Şehid Edildiği İçin Camiye Gitmiyoruz Ve Namaz Kılmıyoruz” diyorlar.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersi :: 7.sınıf :: Alevilik-
Buraya geçin: