KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

  Türkiye`de Alevilik Tarihi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6111
Rep Gücü : 14922
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

 Türkiye`de Alevilik Tarihi  Empty
MesajKonu: Türkiye`de Alevilik Tarihi     Türkiye`de Alevilik Tarihi  Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 5:53 am

HİLAFET SORUNU
Önce konumuza tarihçeyle başlayalım. Önemli tanımları, belli başlı kavramları ortaya koyalım.
Konunun başlangıcı için Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan "Kim halife olacak?" sorusuna dönmemiz gerekiyor:
Peygamberin
amcasının oğlu ve aynı zamanda damadı olan Hz. Ali hem yakınlığından
hem de vasıflarından ötürü belli çevrelerce tek aday olarak görülürken
bu makama Hz. Ebubekir getirilir. Daha sonraki halifelik seçimlerinde de
benzer bir çekişme yaşanır ve sırasıyla Hz. Ömer ile Hz. Osman halife
olurlar.
Hz. Ali, her ne kadar etrafındakiler ‘haksızlık’ olarak
değerlendirdikleri bu seçimlere tepkili olsalar da, kendisinden önceki
halifelerle çatışmaya girmez. Ve sonunda hepimizin bildiği gibi 4.
Halife olarak geçer tarihe.
Ancak Emevi Devleti’ni kuran Muaviye
sahneye çıkmıştır çoktan ve gözü İslam dünyasının hükümdarlığında, yani
halifeliktedir. Bu nedenle de Hz. Ali’ye biat etmez, üstelik onu Hz.
Osman’ın öldürülmesinden sorumlu tutup iç karışıklık yaratmaya çalışır.
Hz.
Ali’nin ordusu ile Muaviye’nin ordusunun karşı karşıya geldiği Sıffin
Savaşı’nda Hz. Ali’nin ordusundan ayrılan bir grup, Hariciler adını
alır. Hariciler, Muaviye ordusunun kazandığı bu savaştan 4 yıl sonra da
Hz. Ali’yi öldürürler.

YEZİD’İN HALİFELİĞİ
Onun ölümü
üzerine, yerine ehlibeytten olan, yani Hz. Muhammed’in soyundan gelen
Hz. Ali’nin büyük oğlu Hz. Hasan geçer. Şam ve Mısır dışında bütün
Müslüman şehirler kabul eder Hz. Hasan’ın halifeliğini. Buralarda ise
Muaviye ve oğlu Yezid hüküm sürmektedir.
Hz. Hasan, Muaviye ile bir
anlaşma yapmak ve hilafeti ona bırakmak zorunda kalır. Ancak bir şartı
vardır: oğlu Yezid’i kendisinden sonra halife ilan etmemesi.
Muaviye bu kurala uymaz ve Hz. Hasan’ı zehirletir.
Muaviye’nin
halifeliğinden sonra hilafet Yezid’e geçer. Yezid’in halifeliğine
itiraz eden bir isim vardır: Hz. Ali’nin diğer oğlu Hz. Hüseyin. Kerbela
Olayı’na giden süreç böylece başlar.

BİTMEYEN YAS
Babasının
ardından hilafeti devralan Yezid’in baskılarından bıktıklarını söyleyen
Kufeliler, Hz. Hüseyin’i şehirlerine çağırırlar. Hz. Hüseyin
çevresindekilerin uyarılarına rağmen bu çağrıya uyar ve beraberindeki 72
yandaşıyla birlikte Medine’den bugünkü Irak sınırlarında bulunan
Kufe’ye doğru yola çıkar. Bunu haber alan Yezid duruma hâkim olmaları
için adamlarını yollar. İki grup, Bağdat’a 90 km uzaklıktaki Kerbela’da
karşılaşırlar.
Hz. Hüseyin karşısındaki orduya seslenip Peygamberin soyundan geldiğini hatırlatsa da sonuç alamaz.
Önce
suları biter Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin. Yezid’in ordusu, 25 km
uzaklıktaki Fırat Nehri’ne gitmelerine engel olur. Hz. Hüseyin’in ordusu
susuzluktan perişan durumda savaşmaya başlar. 71 kişi kılıçtan
geçirilir Emeviler tarafından, sıra Hz. Hüseyin’e gelir. 10 Muharrem 61
günü şehit düşer Hz. Hüseyin. Emeviler için zafer sayılan bu olay,
Alevilerin bitmeyen yasını başlatmış olur.
Bu tarihten sonra Hz. Ali
taraftarları Kerbela’da şehit düşenleri anmak, çektikleri acıları
hissedebilmek amacıyla Muharrem ayının ilk 10 günü boyunca oruç
tutarlar. 10. günde aşurenin pişmesiyle sonlanır bu oruç.
Dolayısıyla
bir yas dönemidir Muharrem ayı onlar için. Orucun yanı sıra mümkün
olduğunca az su içmeleri ve eğlenceden kaçınmaları da Kerbela’nın
etkisindendir.

ANADOLU ALEVİLİĞİ
Kerbela olayından sağ
kurtulan tek kişi, Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin sayesinde Peygamber
soyu devam eder. Aleviler bu soyun ilk temsilcilerini 12 İmam olarak
anıyorlar. Hz. Ali ile başlayan, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve oğlu Zeynel
Abidin ile devam eden bu soyun diğer üyeleri ise Muhammed Bâkır, Caferi
Sadık, Musa Kazım, Ali Rıza, Muhammed Taki, Ali Hâdi, Hasan Askeri ve
Muhammed Mehdi’dir

KUTSAL KILIÇ ZÜLFİKÂR
Kerbela Olayı’ndan
sonra 4. İmam Zeynel Abidin, ehli beytin diğer üyelerini ve aralarında
Hz. Ali’nin çift başlı kılıcı Zülfikâr’ın da bulunduğu kutsal emanetleri
yanına alarak Medine’ye döner.
744 yılında sona eren Emevi
saltanatı süresince Hz. Ali ve taraftarlarına karşı takınılan tavır
devam eder. Emevîlerin ardından hilafeti devralan Abbasi devleti,
önceleri ılımlı görünse de kısa sürede benzer baskılar uygulamaya
başlar.
Bunun üzerine 8. İmam Ali Rıza, aileyi toplayıp Horasan’a
göç etme kararı alır. 9. Yüzyıla denk gelen bu göçten 400 yıl sonra
yeniden vatan değiştirmek zorunda kalır ehlibeyt.
Bu kez Moğol
istilası neden olur bu değişikliğe ve Horasan erenleri olarak anılan
grup, Anadolu’yu seçer yeni vatanları olarak. Bu erenlerin arasında yer
alan Hacı Bektaş Veli, Anadolu Aleviliğini hayata geçirecektir.

KIZILBAŞLIĞIN KÖKENİ
Aleviler,
İslamlığın gerçek biçiminin Alevilik olduğunu, Muhammet`ten sonra gelen
ilk üç halife döneminde İslamlığın gerçek yapısının bozulduğunu ileri
sürerler. Hele Emeviler döneminde İslamlığın tümüyle yıkıldığını
savunurlar.
Alevilik konusunda çok önemli araştırmalara imza atmış
olan tarihçi Irene Melikoff, "Kızılbaş Sorunu" adlı kitabında Alevi
adının Aleviliğin ortaya çıkışından çok sonra kullanılmaya başladığını
söylüyor, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Alevilere verilen adın
Kızılbaş olduğunu belirtiyor.
Bu ad, Safevi askerlerinin taktıkları kızıl başlıktan geliyor. Safevilerle Alevilerin bağlantısı ise şöyle açıklanıyor:
Şah
İsmail`in kurduğu Safevi devleti, Osmanlılar`a karşı savaş açtığında
Aleviler onların yanında yer alır ve Safevilerin kızıl başlıklarını
takarlar.
Çaldıran Savaşı`nda Safeviler`i yenen Yavuz Sultan Selim
bu ihaneti unutmaz ve Kızılbaşlar adını taktığı bu gruba karşı savaş
açar. Pek çok Alevinin kellesi vurulur bu dönemde ve bugünlere kadar
taşınan devlet - Alevi çatışması başlar Anadolu topraklarında.
BEKTAŞİLİK VE ALEVİLİK
Alevi
araştırmacısı Fuat Bozkurt, Kızılbaşlığın Safevi hükümdarı Şah İsmail
tarafından kurulan Erdebil Tekkesi`ne dayandığını, Aleviliğin Baba İlyas
ve Hacı Bektaş kökenli olduğunu, ancak 16. yüzyılda bu Alevilik
sözcüğünün kullanımda olmadığını belirtiyor. Ve üçüncü kol olan
Bektaşilikten söz ediyor.
Tıpkı Anadolu Aleviliği gibi kaynağını Hacı
Bektaş Veli`ye dayandıran bu öğretinin farkı; örgütlü, yerleşik ve
Osmanlı`dan yana olması. Hacı Bektaş Veli`nin yolundan giden ve
Osmanlılarla ilişkide bulunan bazı dervişler, Hıristiyan çocuklar
arasından devşirilen askerlerden oluşan Yeniçeri Ocağı’na bağlanırlar.
Amaç,
hem bu dervişleri devlete bağlamak hem de fethedilen ülkelerde
yaşayanlara Osmanlı propagandası yapmaktır. Böylece Bektaşilik
Balkanlar`da yayılır, Osmanlı Devleti`nin tarih sayfalarından
çıkmasından sonra bile etkinliğini sürdürür.
Bektaşilik ile Alevilik
arasındaki en temel fark ise şudur: İsteyen herkes Bektaşi olabilir ama
Alevi olarak doğmamış hiç kimse sonradan Alevi olamaz.
Tarihçi
Irene Melikoff, "Alevi Kimliği" adlı kitapta yayımlanan makalesinde II.
Mahmut`un Yeniçeri Ocağı`nı kaldırmasıyla birlikte Anadolu`da
etkinliğini yitiren Bektaşiliğin yerleşik dini kurallara uymayı
reddettiğini, 20. yüzyıla gelindiğinde ise ilerici fikirleriyle öne
çıktıklarını, bunun sonucunda da pek çoğunun Mason olduğunu, Jön
Türklere katıldıklarını, cumhuriyet kurulduğunda ise ****** ile laik
düzenin en büyük destekçisi olduklarını söylüyor.
ALEVİLER VE ATATÜRK
Aynı
kitapta "Antropoloji ve Etnisite: Yeni Alevi Hareketinde Etnografyanın
Yeri" adlı makalesi bulunan sosyal antropolog David Shankland`ın
satırları da bu görüşü destekliyor: "Cumhuriyet yönetiminin kazandığı
zaferlerden birisi de, Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en kanlı
sayfaları arasında yer alan Alevi-Sünni çatışmasının büyük oranda
azaltılması olmuştur."
Her ne kadar 1925`te yürülüğe giren Tekke ve
Zaviyeler Kanunu, Alevi inanç sistemine sert darbeler vurmuş olsa da,
Aleviler Kemalist cumhuriyeti kendilerine bir güvence olarak görmekten
vazgeçmediler.
Ancak yaşadıkları tek hayal kırıklığı bu kanunla bütün
tekkelerin kapatılması değildir. 1938`de yaşanan Dersim olayı,
Alevilerin uğradıkları haksızlıklara eklenen bir sayfa olur.
Şeyh
Sait isyanı sırasında ******`ün yanında yer alan Alevi aşiret ağaları,
daha sonra karşılaştıkları baskı ve üzerlerine yollanan askerler
nedeniyle şaşkına dönerler.
KİTAP PATLAMASI
Alevilerin
destekledikleri ve bir kurtuluş olarak algıladıkları cumhuriyetin ilk
yıllarında kaleme alınan yazılar ise genellikle Aleviliği İslamiyet
öncesi Türklüğe özgü bir inanç olarak görmek eğilimindedir.
1920`lerde
Fuad Köprülü ve Baha Said, 1950`lerde Abdülbaki Gölpınarlı Alevi
öğretisi üzerine önemli çalışmalar yapar. 1950`lerde Demokrat Parti`nin
ülkede yarattığı özgürlük rüzgarından faydalanan yazarlar sayesinde
Alevilikle ilgili yayınlar epeyce hareketlilik kazanır.
Özellikle
İstanbul`daki Maarif Kütüphanesi ve Ankara`daki Emek Basımevi birçok
popüler kitap yayımlar. Aynı dönemde büyük bölümü kırsal alanda yaşayan
Alevi cemaati, siyaset üzerinde etkili olabileceğini de fark eder.
1960`lara gelindiğinde Alevi cemaati sol akımların rüzgârına kapılır, dini kimliklerini bir yana bırakıp sosyalizme yönelirler.
1970`lerde köyden kente yaşanan yoğun göçle birlikte eğitim görmüş Alevilerin sayısında da artış olur.
1980`lere
gelindiğinde ise sosyalizmin eski önemini kaybetmesiyle birlikte Alevi
cemaati kimliklerini sorgulama dönemine girer. Zaman, Aleviliği yeniden
keşfetme zamanıdır.
Kimliklerini keşfetmek, geçmişi gözden geçirmek
ve yeniden bir `cemaat` olmak arzusundaki Alevilerin bu talepleri,
1990`ların başında Alevi dernekleri ile Alevilikle ilgili kitaplarda ve
süreli yayınlarda bir patlamaya neden olur.
Kendilerini tanımak isteyenlerin dışında Sünnilere tanıtmayı amaçlayanlar da bu yayınların arasında yerini alır.
Yine
`90 sonrası Alevilik konusuna yoğunlaşan Alev, Der, Horasan, Pencere,
Can gibi yayınevlerinin yanı sıra, belli bir dini ve etnik kökenle
ilişkilendirilmeyen pek çok büyük yayınevi de bu konuda yapılmış
araştırma ve incelemeleri okurla buluşturur.
ÜÇ FARKLI YAKLAŞIM
`90`larla
birlikte art arda kurulan Alevi dernekleri hızla yayılır. AKP
Milletvekili Reha Çamuroğlu, "Değişen Koşullarda Alevilik" adlı
kitabında bunun ardındaki en önemli itici gücün Alevilerin İslamcılığın
yükselişine karşı duydukları savunma içgüdüsünde yattığını belirtiyor.
Sayıları oldukça fazla olan bu oluşumları Aleviliğe yaklaşımları açısından üç başlık altında toplamak mümkün:
• Kemalist ideolojiyi takip eden ve eski Bektaşilerin manevi çocukları sayılabilecek "Hacı Bektaş Dernekleri"
• Diğer oluşumlara oranla devlete yakın olan "Cem Dernekleri"
• Eski zaman Kızılbaşlarının yoluna sadık kalan, Pir Sultan Abdal`ın izinden giden "Pir Sultan Dernekleri"
DEVLETTEN TALEPLER
Bugüne
gelindiğinde ise Alevilerin devletten taleplerini yinelediklerini
görüyoruz. Avrupa Birliği raporlarına göre bugün Türkiye`de yaşayan
Alevilerin sayısı 15 - 20 milyon. Talepleri ise inanç önderlerinin
devlet memurluğuna bağlanmaları, cem evlerinin ibadethane olarak
tanımlanması ve okullarda verilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
derslerinin ya kaldırılması ya da bu derslerde Aleviliğe kayda değer bir
düzeyde yer verilmesi yönünde.
AB`nin Alevilik sorunu üzerine hazırladığı raporlarda Türkiye`nin notu pek parlak görünmüyor son yıllarda.
Hükümet
bu notu düzeltmek amacıyla bazı girişimlerde bulundu. Bunların arasında
parlamentoya Alevi kökenli milletvekillerini sokmak, lise ders
kitaplarına Alevilik ile ilgili bölümler koydurmak bulunuyor.

BİRLİKTE YAŞAMAK
Milyonlarca
kilometrekarelik bir alana yayılan bir imparatorluğun yüzlerce yıl
hüküm sürdüğü topraklarda yaşıyoruz. Farklı etnik ve dini kökenden
milyonlarca insan; Sünni, Alevi, Hıristiyan, Yahudi, Ermeni, Rum, Kürt,
Boşnak, Laz, Arnavut ve daha niceleri.
Birlikte barış içinde yaşamak, karşındakini anlamaktan geçiyor. Anlamak için de tanımak lazım.
Bu
süreç `doğru bilgilerle` tamamlandığında seviyor insanlar birbirlerini.
Geçmişini, yaralarını, zaaflarını en az zaferleri ve hataları kadar
bildiğine elini uzatabiliyor güvenle.
Madem ki hepimiz `buralıyız`,
önce bilmekle, öğrenmekle, karşımızdakinin hikâyesini dinlemekle
başlayalım. Bu hikayelerin, objektif kalemlerden çıkma edebi ve edebiyat
dışı kitaplarda yer alan örnekleri hiç kuşkusuz en büyük rehberimiz
olacak.
"HER NE ARARSAN ARA, KENDİNDE ARA"

Hacı Bektaş Veli,
Osmanlı İmparatorluğu`nda 14. yüzyıldan itibaren büyük etkinliği olan
Bektaşi tarikatının piri. Onun söylencelere dayalı yaşamı, zaman zaman
insanüstü özellikler vakfedilerek de olsa "Vilâyet-nâme-i Hacı Bektaş-ı
Veli"de aktarılıyor. 13. yüzyılda yaşayan Hacı Bektaş`ın görüşleri;
bugün hâlâ Anadolu`nun yanı sıra Balkanlar, Arnavutluk, Yunanistan,
Bulgaristan, Bosna, Kosova ve Makedonya`da hüküm sürüyor.
En önemli
eseri, Arapça yazdığı "Makâlât"tır. Kitap; "Şeriat", "Tarikat",
"Marifet" ve "Hakikat" adlı dört kapıdan ve her kapıya ait 10 makamdan
söz eder. Sekiz ayrı bölümden oluşan "Makâlât"ın, birinci bölümünde
"Anâsır-ı Erbaa", dört elementten, yani hava, su, toprak ve ateşten yola
çıkarak dört çeşit Müslüman imajı sayar: Âbidler, Zâhidler, Marifet
Ehli ve Muhibler.
Hacı Bektaş Veli`ye ait olduğu söylenen, ama
nüshaları bulunmayan eserler ise şunlar: "Hadis-i Erba`in Şerhi",
"Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye", "Hunda-nâme" ve
"Üssü`l-Hakika" .
Ahmet Yesevi dergahında yetişen Hacı Bektaş
Veli`nin Alevi-Bektaşi öğretisinin temelini oluşturan felsefesi,
insan-tanrı-doğa sevgisine dayanan hümanist bir görüş üzerine kurulu.
Onun anlayışında dinin kaynağı tanrı korkusuna değil, tanrı sevgisine
dayanır. Bugün hâlâ geçerliliğini koruyan düşüncelerini, şiirleri ve
deyişlerinde görmek mümkün. Hacı Bektaş Veli`nin veciz sözlerinden
bazıları:
• Ara, bul.
• İncinsen de, incitme.
• Murada ermek sabır iledir.
• Doğruluk dostluk kapısıdır.
• Eline, beline, diline sahip ol.
• Her ne ararsan ara, kendinde ara.
• Arifler hem arıdır hem arıtıcı.
• Bir olalım, iri olalım, diri olalım.
• Marifet ehlinin ilk makamı edeptir.
• Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme.
• İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.
• Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.

YEDİ ULULAR VE SÖZLÜ EDEBİYAT

Alevilikte
sözlü edebiyatın yeri büyük. İbadetlerinde, cem ayinlerinde
öğretilerinin önderleri saydıkları ozanların şiirlerini okuyan Aleviler
için yedi ozanın yeri ayrı. Deyişleri, Aleviler için adeta kanun sayılan
bu yedi ozan Yedi Ulular olarak anılıyor. Şiirleri ve deyişleri
günümüzde de popüler olan bu ozanlar Seyyid Nesimi, Şah Hatayi, Fuzuli,
Yemini, Virani, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet.
Tasavvufi görüşü benimseyen ve Hallacı Mansur`un izinden giden Nesimi`nin eserleri Türkçe ve Farsça divanlar.
Safevi hükümdarı Şah İsmail`in mahlası olan Hatayi, Alevi cemlerinde nefesleri en sık tekrarlanan ozanlardan biri.
Şiirlerini
hem Türkçe hem Arapça hem de Farsça söyleyen Fuzuli, Divan
edebiyatımızın en önemli isimlerinden biri. Kerbela Olayı`nı anlatan
"Hadikatü Süeda" (Mutluların Bahçesi) en önemli eserlerinden.
Yedi
Ulular`dan Yemini`nin Hz. Ali`nin mitolojik yaşamını konu edinen
"Faziletname" adlı kitabı 7 bin 300 beyitten oluşur ve Alevilerin temel
kitaplarından biridir.
Bir Bektaşi ozanı olan Virani`nin 300`e yakın aruz vezniyle söylediği şiiri olduğu söyleniyor.
Asıl
adı Haydar olan Pir Sultan Abdal, Fuzuli`den sonra adı en çok anılan
Yedi Ulular üyesi. şiirlerindeki uyak, ölçü, biçim ve dil açısından halk
edebiyatının dışına çıkmadı. Hiç aruz vezni kullanmayan Pir Sultan`ın
şiirleri genellikle dörtlük formunda.
Kul Himmet`in Hz.Ali, 12
İmamlar ve Hacı Bektaş Veli`yi anlattığı nefesleri, her Alevi ceminin
vazgeçilmez nefesleri arasındadır. İyi bir tekke ve tarikat eğitimi
gören Kul Himmet, Pir Sultan Abdal`ın da mürididir.

ATEŞ-İ AŞKA

Gel gel yanalım
Ateş-i aşka!
Şule verelim
Ateş-i aşka!

Evvel aldandım
Pek kolay sandım
Düşünce yandım
Ateş-i aşka!

Ey padişâhım!
Affet günâhım,
Yanmaktır kârım
Ateş-i aşka!

Aman erenler,
Vârın erenler,
Yandım erenler
Ateş-i aşka!

Vârın erenler,
Dost`a gidenler,
Yandım erenler
Ateş-i aşka!

Vârım yitirdim,
Dost`a götürdüm,
Geçtim oturdum
Ateş-i aşka!

Aşk ehli ölmez,
Yerde çürümez,
Yanmayan bilmez
Ateş-i aşka!

Mansûr u Hallâç,
Dâr üzre mi`râç,
Sen de gözün aç
Ateş-i aşka!

Seyyid Nesimi,
Terk etti resmi
Yandırdı cismi
Ateş-i aşka!
NESİMİ


YALAN DÜNYA
Yürü bire yalan dünya
Yalan dünya değil misin
Hasan ile Hüseyin`i
Alan dünya değil misin

Ali bindi Düldül ata
Can dayanmaz bu firkate
Boz Kurt ile kıyamete
Kalan dünya değil misin

Tanrı`nın Aslan`ın alan
Düldül`ü dağlara salan
Yedi kere ıssız kalan
Kalan dünya değil misin

Bak şu kışa, bak şu güze
Ciğer kebab oldu köze
Muhammed`i bir top beze
Saran dünya değil misin

Pir Sultan`ım ne yatarsın
Kurmuş çarkını dönersin
Ne konarsın ne göçersin
Kalan dünya değil misin
PİR SULTAN ABDAL


BENİ CANDAN USANDIRDI
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem`i yanmaz mı
Kamu bimârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bimar sanmaz mı
hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habibim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

Gâmım pinhan tutardım ben dediler yâre kıl rûşen
Desem ol bi-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta`n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı

Fuzûli rind-i şeydâdır hemişe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
FUZULİ
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Türkiye`de Alevilik Tarihi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ALEVİLİK VE BEKTAŞİLİK ARAŞTIRMALARI indirr
» türkmen gençleri Türkiyede türkler bayırbucak ta..
» Alevilik
»  Alevilik Kronolojisi
» Alevilik ile ilgili KAVRAMLAR

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersi :: 7.sınıf :: Alevilik-
Buraya geçin: