KUTLU FORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
KUTLU FORUM

Bilgi ve Paylaşım Platformuna Hoş Geldiniz
 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Bediüzzaman Said Nursî’nin Eserlerinde Alevilik Düşüncesine Bakış

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Limoni
Co-Admin
Limoni


Mesaj Sayısı : 6150
Rep Gücü : 14991
Rep Puanı : 44
Kayıt tarihi : 27/05/09

Bediüzzaman Said Nursî’nin Eserlerinde Alevilik Düşüncesine Bakış Empty
MesajKonu: Bediüzzaman Said Nursî’nin Eserlerinde Alevilik Düşüncesine Bakış   Bediüzzaman Said Nursî’nin Eserlerinde Alevilik Düşüncesine Bakış Icon_minitimeÇarş. Ekim 24, 2012 5:58 am

Bediüzzaman Said Nursî’nin Eserlerinde Alevilik Düşüncesine Bakış

İslamiyet’e
geçişle birlikte bölge, mezhepler açısından dikkati çekmektedir.
İslam’ın yaygın itikadi görüşlerinden biri olan Ehl-i Sünnet akidesinin
yanı sıra, Hz. Ali sevgisini önceleyen inanışların ortak ismi olarak öne
çıkmış Alevilik de bu bölgede yaygın bir taraftar kitlesi bulmuştur.
Şiiler ve Şia içinde yer aldıkları kabul edilen bazı mezheplerin ortak
adı olarak zikredilen Alevilik, dönemin Osmanlı belgelerinde daha çok
“Kızılbaş” ve “Rafizi”1 gibi isimlerle anılmaktadır.
Kavram olarak
içeriği konusunda bir mutabakat sağlanamamış ve bugün de tartışılmaya
devam edilen Alevilik kavramı2, en çok kullanılan şekli ile “Hz. Ali’ye
mensubiyet” bildirmek veyahut “Hz. Ali soyundan gelen kimseler”e nisbet
için kullanılmaktadır. Terimin asıl anlamını kazandığı ve yaygın olarak
kullanıldığı saha ise Hz. Ali hakkında beslenen inançlara dairdir.3 İlk
çıkış noktası, İslam tarihindeki siyasi bir görüş farklılığına işaret
eder aslında. Hz. Osman (RA)’ın öldürülmesinin akabinde, halefi Hz.
Ali’nin hilafetinin ilk günlerinde “katillerin tesbiti ve
cezalandırılması” hususunda başlayan ve kısa sürede şiddetlenen
münakaşalar, İslam tarihinde bir iç savaşı netice vermiş ve bu savaşta
Hz. Ali tarafını tutanlara “el-Aleviyye” veya “şiatü Ali” (Ali’ye bağlı
olanlar, Ali taraftarları) denilmiştir.4
Birçok yönden özgün bir
şahsiyet, orijinal bir düşünür ve âlim olan Bediüzzaman Said Nursî5
Ehl-i Sünnet geleneğinin 20. yüzyıldaki önemli takipçilerindendir. Fakat
kendinden önceki gelenekten farklı olarak eserlerinde Hz. Ali’ye, diğer
sa- habelerden daha fazla atıfta bulunmakta6, kendini ve yazdığı
eserlerini bir nevi Hz. Ali’nin “manevi takipçisi” olarak ifade
etmektedir.
Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası adlı
eserinde, Hz. Ali’nin; hem eserleri “Risale-i Nur ’un üstadı” hem de
kendisinin “hakaik-i imaniyede hususi üstadı” olduğunu beyan eder. Bu
noktadan hareketle Risale-i Nur külliyatında “ferdin imanı”na yapılan
vurgu ile Hz. Ali’nin “ferdin adaleti” hususu arasında bir bağ kurmak
mümkündür. Hz. Ali’nin hilafeti es- nasında vuku bulan ve “Cemel Vakası”
olarak tarihe geçmiş olan hadise; aslında Hz. Ali’nin temsil ettiği ve
Bediüzzaman Said Nursî’nin de benimsediği “adalet-i mahza” ile
muhaliflerinin temsil ettiği “adalet-i izafiye”nin bir çatışmasıdır.
Bediüzzaman bu tartışmada Hz. Ali’nin isabet; muhaliflerinin ise hata
ettiğini beyan eder.7 Siyasi düzlemdeki bu tartışmanın ana eksenini,
“ferdin hukukunun korunması” (adalet-i mahza) yani cemiyetin hu- kukunu
muhafaza (adalet-i izafiye) adına ferdin feda edilmemesi gerçeği
oluşturmaktadır. Bediüzzaman Said Nursî’nin 20. yüzyılda “iman hizmeti”
olarak nitelediği davasının esasını da işte bu hakikat; iman hizmetinde
ferdin hukukunu en üstte tutarak, bireysel imanı kuvvetlendirmek ilkesi
oluşturmakta ve bu gerçeğin ifadesi olarak müellifine “Bir ferdin
imanını kurtarmak için cehenneme de atılmaya hazırım.”8 dedirtmektedir.
Hz. Ali ile mesleğinin ve meşrebinin yakınlığını vurgularken aslında bu
temel hususa dikkat çekmektedir.
Bu noktadan hareketle Bedüzzaman Said Nursî külliyatında Aleviliğe yeni tanımlar ve açılımlar getirmektedir.



Âl-i Beyt KimdirNedir?

Said
Nursî, Hz. Ali ile ilgili düşüncelerinde kendinden önceki Ehl-i Sünnet
geleneğinden ayrı düşmez: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük
etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim.”
hadis-i şerifini referans alır.9 Hz. Peygamber (as.)’ın Âl-i Beyt’e olan
bu vurgusunun sebebini; “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm,
gayb-aşina nazarıyla görmüş ki: Âl-i Beyti, Âlem-i İslam içinde bir
şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslam’ın bütün tabakatında
kemalât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek
zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çıkacak.” 10 cümlesi ile
izah eder.
Bediüzzaman Said Nursî, Hz. Peygamber (as.)’ın Ehl-i Beyt
vurgusunu, onların iman hizmetine yaptığı-yapacağı hizmet açısından ele
alır. Bu noktadan bakıldığında yapılan bu Ehl-i Beyt vurgusu, kan
yakınlığından kaynaklanmayan; risalet vazifesine bakan yönü ile dikkate
alınması gereken bir durumdur ve İslam dünyasında bu yönü ile
mühimdir.11
Aleviliği, Hz. Ali’yi sevmek olarak değerlendirmesi bir
yana, Ehl-i Beyt’in anlamına getirdiği yaklaşım ilginçtir: “Hadisçe Hz.
Ali (ra)’nin şiası hakkındaki senayı Nebevi, Ehl-i Sünnet’e aittir;
çünkü istikametli muhabbetle Hz. Ali Hz. Ali (ra)’nin şiaları, Ehl-i
Sünnet ve cemaattir.” der ve Hz. Ali etrafında oluşacak aşırı
muhabbetin, Hristiyanların Hz. İsa (as.) için olan aşırı sevgiye benzer
şekilde tehlikeli olduğu vurgusunu yapar.12 Hz. Peygamber (as.)’ın Hz.
Ali’nin şiasına olan övgüsünün de, bir anlamda aslında Ehl-i Sünnet ve
cemaat’e ait olduğuna dikkati çeker. 13
Âl-i Beyt’e eserlerinde
özellikle risalet açısından farklı açılımlar getiren Bediüzzaman Said
Nursî’nin ilginç bir diğer yaklaşımı da “Âl-i Beyt’ten (Peygamber ’in)
vazife-i risaletçe muradı, sünnet-i seniyyesidir. Sünnet-i seniyyeye
ittibaı terk eden, hakiki Âl-i Beyt’ten olmadığı gibi, Âl-i Beyt’e
hakiki dost da olamaz. …Çünkü Sünnet-i seniyyenin menbaı ve muhafızı ve
her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyt’tir.”14
şeklindedir.


Ehl-i Beyt ve Hilafet Meselesi

Ehl-i Beyt
ve onun etrafında çıkan hilafet meselesini, fer ’i bir mesele olarak
gören diğer Ehl-i Sün- net alimleri gibi Bediüzzaman da bu konuyu bir
yönüyle feri bir mesele olarak değerlendirirken, bir cihetle de bu
konunun artık “mesail-i imaniye”ye geçtiğini de ekler: İmamet meselesi
ve onun etrafında oluşan itirazları ele aldığı 4. Lem’a’nın hemen giriş
cümlesi olarak bu konuya “‘Mes’ele-i İmamet’ bir mesele-i feriye olduğu
halde, ziyade ehemmiyet verildiğinden bir mesail-i imaniye sı- rasına
girip ilm-i kelâm’da ve usul-üd dinde medar-ı nazar olduğu cihetle, Kur
’an’a ve imana ait hizmet-i esasiyemize münasebeti bulunduğundan cüzi
bahsedildi.”15 şeklinde bir yaklaşım sunar ve bu anlamda önceki Ehl-i
Sünnet geleneğine farklı bir yorum getirir.
Bediüzzaman Said Nursî,
Âl-i Beyt’in manevî şahsiyetinin mümessili hasebiyle, Hz. Ali’ye çok
ehemmiyet verir. Bu açıdan hem kendisi hem de Risâle-i Nur ve Risâle-i
Nur talebeleri ile Hz. Ali, Hz. Hasan ve başta Şâh-ı Geylani olmak üzere
Ehl- i Beyt arasında ciddi manevî bir münasebet görür. Bu hususta
Risâle-i Nur metinleri içinde telif edilmiş olan “Sekizinci Şuâ”, “On
Sekizinci Lem’a”, “Yirmi Sekizinci Lem’a” ile Gavs-ı Azam’ın Kerâmet-i
Gaybiyesi hakkındaki “Sekizinci Lem’a”da genişçe izahlar ve
değerlendirmeler yapılmıştır.16
Bu vurgusunun en önemli sebebi, İslam
ilk dönemlerinden bu yana Âl-i Beyt tarafından yerine getirilmiş olan
Kur ’ân ve İslam’a hizmet metodu ve misyonunun Risâle-i Nur
talebelerince tevarüs edilmiş olması ve bu mirasa sahip çıkılmasıdır.17
Bu
noktadan hareketle kendisini hem Hz. Ali’nin manevi bir evladı, hem de
Âl-i Beyt’in de bir ferdi olarak takdim eder, eserlerinde farklı
vesilelerle bu vurgusunu sık sık tekrarlar: “Gerçi manen ben Hz.
Ali’nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde, ondan hakikat dersini
aldım. Ve Âl-i Muhammed Aleyhisselam’ın bir mânâda hakikî Nur
şakirtlerine şamil olmasından ben de Âl-i Beyt’ten sayılırım. Risale-i
Nurun üstadı ve Risale-i Nur ’a Celcelutiye kasidesinde rumuzlu
işârâtiyle pek çok alâkadarlık gösteren ve benim hakaik-i îmaniyede
hususî üstadım, «İmam-ı Ali» dir(R.A.) ve Âl-i Beyt’in muhabbeti,
Risale-i Nur ’da ve mesleğimizde bir esasdır ve Vehhabilik damarı,
hiçbir cihetle nurun hakikî şâkirdlerinde olmamak lâzım geliyor” 18
der. Bu açıdan bakıldığında onun tarif ettiği Ehl-i Beyt ve Hz. Ali
sevgisinde, uç noktalara yer yoktur.
Bediüzzaman Said Nursî’nin Hz.
Ali ile irtibatı hususunda bir diğer nokta da onun, Hz. Ali kanalı ile
gelen hadislere verdiği önemdir. Ehl-i Sünnet içerisinde fazla şöhret
bulmamış Cevşen, Celcelutiye ve Ercuze gibi duaları hem Risalelerine
işaret ettiği cihetleriyle cifir ve ebced değerleri açısından
değerlendirmiş hem de kendi evradı arasına aldığı bu duaları,
takipçilerinin de vird edinmesini istemiştir. Velayet-i Aleviyye diye
nitelendirdiği bazı tespitlerinde, bu hadislerin cifir ve ebced
değerlerini esas almış, geleceğe matuf birtakım gaybî haberleri Hz.
Ali’nin bu rivayetlerine dayanarak verdiğini belirtmiştir.

Sonuç Yerine

Hz.
Ali ile ilgili tartışmaların ve hilafet meselesinin de bir anlamda dip
saiki olan ilk siyasi mesele Cemel Vakası’nı yorumlarken Bediüzzaman
Said Nursî, bu tartışmanın çıkışındaki temel yorum farkının aslında
bireyin hukuku ile ilgili olduğuna dikkat çeker. Bu açıdan bu hadiseyi,
“adalet-i mahza” ile “adalet-i izafiye”nin mücadelesiydi, yani bir tür
‘ceza muhakemeleri usulü tartışması’ diye yorumlar. “Mesleğim ve
meşrebim” diye sık sık vurguladığı iman hakikatlerinin intişarında
Hz. Ali’yi kendisine üstad edinen Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
altında yatan ana saike bakıldığında “ferdin hukuku”nun en üst düzeyde
tutulduğu görülür. Sürekli “bireysel imanı” kuvvetlendirme ve kurtarma
çağı olarak vurguladığı bu devirde onun takip ettiği metot ve yöntem de
imani noktada tek tek her bireyin imani kurtuluşunun hedeflenmesidir.
Tüm
külliyatının özüne işleyen bu noktadan ele alındığında bile onun iman
hizmetinde neden Hz. Ali’yi üstad edindiği anlaşılacaktır. Şerif
Mardin’in, Said Nursî’nin okuyucusunu etkileyen en önemli husus olarak
belirttiği ve “insana duyulan derin saygı” şeklinde tespit ettiği, onun
eserlerindeki hakim insan vurgusu da kaynağını bu noktadan alıyor olsa
gerek.
Sonuç olarak denilebilir ki onun Aleviliğe bakışındaki
yumuşaklığı ve onları sıkı sıkıya “İslam dairesi içinde tutma
çabası”yla,yer yer geleneksel Ehl-i Sünnet anlayışının dışına çıkıyormuş
gibi görünen yaklaşımları, bu ferdin hukukuna verdiği öncelikten
kaynaklanmaktadır.20






1 Ahmet Yaşar Ocak, “Alevilik” Türkiye İslam Ansiklopedisi, 3. cild. Sh. 369.
2
Ayhan Yalçınkaya, “Mazlum ve Müntekim: Bir Hayalin İnşası”; Özgür
Savaşçı, “Alevi Sözcüğünün Kökeni”, Alevilik, haz. İsmail Engin, Havva
Engin, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004.sh 17-21 ve 77-98
3 Ahmet Yaşar Ocak, agm.
4 agm.
5
Şükran Vahide, “Said Nursî’nin Entelektüel Biyografisi- ne Doğru”,
Yolların Ayrışma Noktasında İslam, Gele- nek Yayınları, İstanbul, 2003,
sh 31.
6 Onun külliyatını oluşturan Risalelerde Hz. Ebubekir ’in
44, Hz. Ömer ’in 41, Hz. Osman’ın 17 ayrı yerde ismi geçmesine mukabil
H. Ali’nin tam 157 yerde ismi geçmektedir. Bkz. Hikmet Hocağlu,
“Risale-i Nur ve Hz. Ali”,Köprü, Güz 2005. Dipnot 1.
7 Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, Yeni Asya Yayınları, İstanbul ,1997, sh. 50.
8 Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Ya- yınları, İstanbul , 1997.
9 Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Yayınları, İstanbul , 1997, sh. 19.
10 Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Yayınları, İstanbul , 1997, sh. 19.
11 Prof. Dr. İbrahim Canan, Risale-i Nur Işığında Alevilik Sünnilik Meselesi, Nesil Yayınları, 2. bs. İstanbul, 2002, sh 38.
12 Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Yayınları, İstanbul , 1997, sh. 21.
13 Hikmet Hocağlu, “Risale-i Nur ve Hz. Ali”, Köprü, Güz 2005; Ayrıca Lem’alar, sh. 30
14
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Yayınları, İstanbul , 1997,
sh. 19. Ayrıca bkz. Prof. Dr. İbrahim Canan, Risale-i Nur Işığında
Alevilik
Sünnilik Meselesi,Nesil Yayınları, 2. bs. İstanbul, 2002, sh. 46.
15 Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, Yeni Asya Yayınları,İstanbul , 1997, sh. 47.
16 Hikmet Hocağlu, “Risale-i Nur ve Hz. Ali”, Köprü, Güz2005
17 [Linkleri sadece adminler görebilir.]
18 Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Yayınları, İstanbul , 1997, sh. 261.
19
Şerif Mardin, “Said Nursî’nin Yaşamı ve Düşüncesi Üze- rine Notlar”,
Yolların Ayrışma Noktasında İslam, Gele- nek Yayınları, İstanbul, 2003,
sh.79.
20 “Hubb-u Ehl-i Beyti meslek yapan Aleviler ne kadar ifrat da
etse, Râfizî de olsa, zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez; çünkü
muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Pey- gamber ve Âl-i Beytin
adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. (Devamı için bkz.
Emirdağ Lahikası, sh 210)


KAYNAK : Rahime DEMİR Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü, Doktora Öğrencisi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bediüzzaman Said Nursî’nin Eserlerinde Alevilik Düşüncesine Bakış
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Alevilik
» Bakış Açısı Herşeydir ..
»  Alevilik Kronolojisi
»  Türkiye`de Alevilik Tarihi
» Alevilik ile ilgili KAVRAMLAR

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
KUTLU FORUM :: Din Kültürü Dersi-Eğitim Öğretim :: Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersi :: 7.sınıf :: Alevilik-
Buraya geçin: