Ölünün arkasından hayır ve iyilik olarak neler yapılabilir? Soru
ölen kişinin arkasından ne yapılmalı yani dua olarak ve
hayır işlenmesi açısından neler yapılmalıdır. Yasin suresi ve başka
hangi dualar ölünün kabir azabını hafifletmek için okunmalıdır?
http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/12720/olunun-arkasindan-hayir-ve-iyilik-olarak-neler-yapilabilir.html
CevapDeğerli kardeşimiz;
Hayatta iken yaptıklarının, vefatından sonra kişinin
kendisine ulaşacağını ifade ve hayatta iken hayır yapmaya teşvik eden
pek çok hadis-i şerif vardır.(1) Peygamber Efendimiz (s.a.v) "İnsan
ölünce (salih) ameli kesilir. Ancak üç amel (in sevabı) kesilmez:
Sadaka-i câriye (kamuya yararlı sadaka), faydalanılan bir ilim ve
arkasında kendisine dua edecek hayırlı bir çocuk bırakmak" (2) buyurarak
buna işaret etmiştir. Ebû Hureyre'den rivâyet edilen hadis-i şerifte
Peygamber Efendimiz (s.a.v) amellerin sayısını (sadaka-i cariyeyi tafsil
etmek suretiyle) çoğaltarak: "Mü'min'e ölümünden sonra amel ve
hasenatından ulaşacak şey: Öğretip yaydığı ilim, bıraktığı salih evlat,
miras bıraktığı Mushaf, yaptığı mescit, yolcu için yaptığı ev, akıttığı
ırmak ve sağlığında malından verdiği sadakadır." (3) buyurmuşlardır.
Başka
bir hadisin ifadesiyle; "Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder:
Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: ve
malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır." (4)
Bu ve
benzeri(5) hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere insan, dünyada iken
kendisinin yaptığı veya başkalarının yapmasına vesile olduğu amellerden
istifade edecektir. Zaten bunda alimler de ittifak etmişlerdir.(6)
Fakat kişinin ölümünden sonra başkalarının kendisi için yapacakları iyi
işlerin sevabının veya bunlardan hangisinin ulaşıp-ulaşmayacağı
konusunda ihtilaf edilmiştir.
Mu'tezile mezhebi, ölüye dirilerin
yaptıkları hiç bir şeyin fayda vermeyeceğini iddia eder.(7) Onlar
iddialarına delil olarak da "İnsana çalışmasından başka bir şey
yoktur",(
"Siz, ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz".(9) ve
"Herkesin kazandığı hayrın sevabı kendine, yaptığı fenalığının zararı da
yine kendinedir."(10) gibi ayetleri gösterirler. Halbuki Ehl-i Sünnet
alimlerinin hepsi, hangi amelin fayda verip, hangisinin fayda
vermeyeceği meselesinde ihtilaf etmişler ise de, ölüye başkalarının
yapacağı amellerin fayda vereceği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü
bu konuda, bazı amel ve iyiliklerin fayda vereceğine dair, apaçık ayet
ve hadisler vardır. Mesela, dua ve istiğfarın faydalı olacağına
"Onlardan, sonra gelenler şöyle derler: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce
imanla geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere
karşı bir kin bırakma"(11) ayet-i kerimesi delalet etmektedir. Bu ayet-i
kerimede Cenab-ı Hakk, daha önce iman edip de göçmüş olan kardeşleri
için istiğfar eden mü'minleri övmüştür. Eğer istiğfarın ölülere bir
faydası olmasaydı, Allah Teâlâ onları övmezdi.(12)
Peygamber
Efendimiz de "Ölüye namaz kıldığınız zaman ona gönülden dua edin"(13)
buyurmuş ve kendisi de kıldığı cenaze namazlarında ölü için dua
etmiştir. Şayet bu namaz ve duanın ölüye bir faydası olmasaydı,
Rasulullah (s.a.v) bunu ne kendi yapardı ne de başkalarına
emrederdi.(14) Halbûki O, kendisi de birinin cenaze namazını kıldırırken
"Allahım, filan oğlu filan senin güvencende, senin koruman altındadır.
Onu kabir fitnesinden ve Cehennem azabından koru. Sen vefa ve övgü
sahibisin. Allahım onu bağışla, ona acı! Muhakkak ki sen çok bağışlayan,
çok acıyansın."(15) diye dua etmiştir. Kaldı ki Cenâze namazının
kendisi de ölü için bir duadır. Allah için namaza, meyyit/meyyite için
duaya... diye niyet edilir. Eğer ölünün ruhuna yararı yoksa bunun bir
anlamı kalmaz.
Kendisi zaman zaman Bakî kabristanını ziyaret
ederek kabirdekilere selam vererek dua ederdi.(16) Eğer selamı onlara
ulaşmasa ve duası fayda etmeseydi, bunu yapması abesle iştigâl olurdu ki
O, bundan münezzehtir.
Geride kalanların, ölüleri için yaptığı ibadet ve hayırların faydasını iki bakımdan ele almak gerekir:
Birincisi: Müteveffânın borçtan kurtulup kurtulmaması
Bir
kimse üzerinde namaz, oruç, hac, zekat, adak, kul borcu gibi borçlar
bulunarak ahirete intikal etmiş ise geride kalanların-ölünün vasiyeti
olsun veya olmasın- bunları eda etmeleriyle borçtan kurtulur mu?
İkincisi: Başkasının yaptığı ibadetin sevabının ölüye ulaşıp ulaşmaması
Fukahâ ibadetleri üçe ayırmışlardır:
a) Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler: Başkalarının yapmalarıyla bu borçlar düşmez, sorumluluk devam eder.
b) Zekat, nezir ve mâlî keffaret gibi mâlî ibadet ve borçlar: Bunlar, başkalarının ödemesiyle ödenmiş olur, borç kalkar.
c)
Hac gibi hem mâlî, hem de bedenî ibadetler: Birisi ölü namına bunu
yaparsa o borçtan kurtulmuş olur. Fakat mirasçılar bunu yapmaya mecbur
değildir. Ancak İmam Şafiî'ye göre vasiyet etmiş ise mecbur olurlar.
Ahmed
b. Hanbel, Evzaî, Ebû Sevr, Nevevî gibi müçtehidler ile muhaddislerin
çoğuna göre, ölünün yakınlarının, onun borçlu olduğu oruç, hac gibi
ibadetleri de kaza etmesi caiz ve sahihtir.
İslam ulemasının
ekseriyeti, sevabını ölüye bağışlamak niyetiyle yapılan ibadetlerin
sahih olduğuna ve dünyadan göçmüş olanların bundan istifade edeceklerine
kani olmuş ve bu hükmü benimsemişlerdir.(17)
Konumuzun daha iyi
anlaşılabilmesi için başkalarının ölünün yararına yapabilecekleri işleri
maddeler halinde açıklamaya çalışalım:
1- Ölünün borcunun ödenmesi: Bir kişi öldüğünde başkalarının onun hakkında yapabilecekleri, hatta
yapmaları gereken en önemli işlerden birisi, varsa o kişinin borçlarını
ödemek ve böylece onun üzerinden kul haklarının kalkmasını temin
etmektir. Çünkü hadisteki ifadesiyle "Mü'minin ruhu, borcu ödeninceye
kadar ona bağlı kalır."(18)
Bundan dolayı, borçlu olarak ölen
kişi, şayet miras olarak bir şeyler bırakmışsa ondan borçları
ödenir.(19) Böylelikle ölünün borcunun ödenmesi kendine fayda verip,
borçtan kurtulmasına sebep olur. Burada mâlî borçlarının ödenmesinde
borcu ödeyen kişinin, ölünün bir yakını olması şart değildir. Kim öderse
ödesin, ölen kişi kurtulmuş olur.(20)
2- Dua ve istiğfar: Ölmüş birisi için yapılabilecek en büyük iyiliklerden birisi onun için
dua etmek ve istiğfarda bulunmaktadır. Nitekim; "Ey Allah'ın Resulü,
anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkanı var
mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?" diye soran Ebû Ubeyd Mâlik İbn
Rabîa es-Sâidî (r.a)'ye Peygamber Efendimiz (s.a.v): "Evet vardır.
Onlara dua, onlar için Allah'tan istiğfar (günahlarının affedilmesini)
talep etmek, onlardan sonra -vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve
babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve
babasının dostlarına ikramda bulunmak."(21) cevabını vermiştir.
Yine
"Onlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz, bizi ve bizden önce
iman eden kardeşlerimizi bağışla..."(22) gibi ayetler, cenaze namazı,
dua ve istiğfarın ölülere fayda vereceğini ispat etmektedir.(23)
Bu
mevzudaki ayet ve hadis-i şerifleri(24) göz önünde bulunduran ilim
adamları, ölü için yapılan dua ve istiğfarın ölüye fayda vereceğinde.
Ancak kendisi için dua edilen kimsenin mü'min olması şarttır.(25) Zira
imanı olmayanlara hiçbir şey fayda vermez. Zaten onlar için dua etmek de
meşru değildir.(26) İmam Eş'ari'ye göre, "Hadisçiler ile Ehl-i
Sünnet'in çoğunluğu, dua ile sadakanın, Müslümanlar için ölümlerinden
sonra fayda vereceğini kabul ederler.(27) Öyleyse dua meşru ve
faydalıdır.(28)
Bu mevzuda bilinen en meşhur hadis-i şeriflerden
biri olarak Müslim'de Ebu Hüreyre (r.a)'den rivayet edilen bir hadis-i
şerifte: "insan ölünce bütün amelleri kesilir. Ancak üç şey (bunları
yapan üç kişi) müstesna: Sadaka-i cariye (bırakan) veya istifade edilen
bir ilim (bırakan) veya kendine dua edecek salih evlat (bırakan)"(29)
buyurulmaktadır.
Bu hadis-i şeriften anladığımıza göre:
a-
Sadaka-i cariye denilen, insanların istifade edebileceği yol, köprü,
cami, çeşme, mescit, ve vakıf müesseseleri ile bunları en verimli ve
hayırlı şekilde kullanacak nesillerin yetişmesi içinde okul ve
öğrencilerin barınabilecekleri yurt gibi müesseseler yapmak gibi salih
amellerde bulunmaktır ki, arkada bırakılan bu türden bir müessese
hayatta kaldığı müddetçe, -Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) beyanları
çerçevesinde- iyi bir çığıra vesile olunduğu için kıyamete kadar orada
yetişenlerin kazandıkları sevapların bir misli de bu müesseseleri
kuranların amel defterlerine kaydedilecektir.
b- İlim erbabının
bıraktığı eserler de sadaka-i câriyedendir. Alim, kapasitesine göre
bunlardan mükafatını alır. Ayrıca ilim erbabına sahip çıkma ve onların
kitap, defter, yiyecek ve giyeceğini temin etme şeklinde yapılan
çalışmalar da, hayır cihetinde kapanmaz birer sadaka-i cariye
sayılmaktadır.
c- Ölen kişi giden ruh, ardından hayırlarda
bulunacak ve hayırlı nesiller yetiştirecek hayırlı bir evlat ister.
Ancak bıraktıkları böyle bir nesildir ki, ahiret hesabına onlara yararlı
olacaktır. Yoksa ölü ne helva, lokma yemek; ne yedinci, kırkıncı ve
elli ikinci gece, ne mevlit, ne paralı hatim, ne telkin, ne devir, ne de
duvara asılacak eski bir resim bekler.
3- Sadaka vermek: Sadakanın da ölen kişiye faydası olduğu mevzuunda Ehl-i Sünnet âlimleri
ittifak etmişlerdir. Peygamber (s.a.v)'in buna delalet eden
hadisleri(30) vardır.(31)
İbn Abbas (r.a)'ın rivayet ettiği bir
hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: "Bir adam gelerek: "Ey
Allah'ın Resulü! Annem vefat etti. Ben onun için tasaddukta bulunsam ona
faydası olur mu? diye sordu. Peygamberimiz: "Evet" deyince, adam;
"Benim bir meyveliğim var. Sizi şâhid kılıyorum, onu annem için tasadduk
ediyorum" dedi.(32) Verilen sadaka ister kişinin evladı gibi birinci
derecede bir yakını isterse başkaları tarafından verilsin, sadakanın
sevabının ölüye ulaşacağında ittifak olduğu bildirilmektedir.(33)
Sa'd
İbn Ubâde hadisinde ise, ölünün arkasından yapılacak sadakanın
hangisinin daha efdal olduğu beyan edilmektedir. Sa'd (r.a) şöyle
anlatır: "Ey Allah'ın Resulü dedim, annem vefat etti, (onun adına)
yapacağım sadakanın hangisi efdaldir?" Peygamber Efendimiz (s.a.v), "su"
buyurdular. Bu cevap üzerine Sa'd bir kuyu kazdı ve: "Bu kuyu Sa'd'ın
annesi için dedi."(34)
Bu hadis-i şerif de, ölü adına hayır
yapılabileceğini gösteren delillerdendir. Nesâî'nin rivayetinde Sa'd,
önce vefat eden annesi adına sadaka verip veremeyeceğini sorar. Cevap
müspet olunca hangi sadakanın efdal olduğunu sorar. Bunun üzerine, "su"
cevabını alır.(35)
Nafile olarak sadaka vermek isteyenlerin bütün
inananlara (mü'min ve mü'minelere) niyet etmesi en faziletlisidir.
Çünkü bunun sevabı onlara ulaşır, kendisinin sevabından da herhangi bir
şey eksilmez.(36)
4- Ölenin borcu olan oruçlarının geride
kalan akrabaları tarafından tutulması: Üzerinde Ramazana ait kaza orucu
bulunduğu halde ölen kimse ile ilgili iki durum söz konusudur:a)
Vakit darlığı, hastalık, sefer ve oruç tutmaktan âciz olmak gibi
özürler sebebiyle oruç tutma imkanını elde edemeden ölmüş olmak:
Alimlerin ekserisine göre, bunların her hangi bir kusuru olmadığı için
hiç bir şey gerekmez, günahkâr olmaları da söz konusu değildir. Çünkü bu
oruç, ölünceye kadar, tutma imkanını elde edemediği bir farzdır.
Dolayısıyla hacda olduğu gibi, hükmü bedelsiz olarak düşmüştür. Bunun
için, kişi hasta yahut yolcu olduğu bir durumda ölmüş ise tutamadığı
orucun kazası gerekmez.
b) Oruç borcu olan kişi oruçlarının
kazasını yapma imkanını elde ettikten sonra ölmüşse velisi onun için
oruç tutamaz. Yani fakihlerin ekserisine göre, ölünün kazası olan
oruçları tutmak vacip değildir. Şafiîlere göre, velisi oruç tutacak
olsa, sahih olmaz. Çünkü oruç, halis bir beden ibadetidir. Şeriatın aslı
ile farz kılınmıştır. Gerek hayatta, gerekse öldükten sonra bunda
vekalet ve niyabet caiz değildir. Bu yönüyle o namaz gibidir. Bir
hadis-i şerifte bununla ilgili olarak: "Hiçbir kimse başka bir kimse
adına namaz kılamaz, oruç tutamaz. Fakat onun adına her güne karşılık
bir müd (ülkelere göre değişen bir ölçek. Iraklılara göre 2 rıtıl sığan
ölçek, yani yaklaşık 18 litrelik ölçek) yiyecek fakirlere yedirir."
buyurulmuştur.(37) Hanbelilere göre ise, velinin ölü adına oruç tutması
mubahtır. Çünkü bu durum, ölünün kurtuluşunu sağlamak bakımından daha
ihtiyatlı bir harekettir.(38)
Bu konuda rivayet edilen bir
hadis-i şerifte Hz. Aişe (r.anhâ) validemiz, Resulullah (s.a.v)'in:
"Kim, üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, onun orucunu velisi
tutar." buyurduğunu haber vermiştir.(39) Yine Hz. Câbir İbn Abdullah
(r.a) da rivayet ettiği bir hadis-i şerifte; bir kadın, Resulullah
Efendimize (s.a.v) gelerek, annesinin üzerinde oruç nezri olduğunu ve
onu yerine getiremeden öldüğünü haber verir. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.v): "Velisi ona bedel oruç tutsun" buyurur.(40)
Buharî ve
Müslim'de zikredilen diğer bir hadis-i şerifte ise, bir kadının üzerinde
bir aylık (nezir) oruç borcu olduğu halde vefat ettiği ve çocuğunun
Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "Ben onun yerine oruç tutsam olur mu?" diye
sorduğu Resulullah'ın (s.a.v) da ona: "Annenin üzerinde borç olsaydı
onu öder miydin?" diye sorduğu Onun: "Evet" diye cevap vermesi üzerine
de: "Allah'ın borcu, ödenmeğe daha layıktır" buyurduğu haber
verilmektedir.(41)
Oruç tutmak, bedenî ibadetlerdendir. Burada
oruç ibadeti zikredildiği ve başkalarının tutacağı orucun sevabının
ölüye ulaşacağı haber verildiğinden, diğer bedenî ibadetlerde de aynı
durumun söz konusu olup olmadığında ihtilaf edilmiştir. Oruç konusunda
rivayet edilen hadislerden bazı alimler, farz olan Ramazan orucundan
üzerinde borcu olarak ahirete göçmüş olanların oruçlarının bile geride
kalanlar tarafından tutulabileceği hükmünü çıkarırlarken, bazıları da
sadece nezir orucunu tutabileceğine kail olmuşlardır.(42)
Ölenin
yerine oruç tutma meselesinde Ahmed İbn Hanbel, ölü üzerinde Ramazan,
nezir veya keffaret orucu borçları bulunduğu takdirde, velisinin ona
bedel tutabileceğini söylemiştir. İmam Mâlik, Şafiî ve Ebu Hanife'ye
göre, ölünün velisi, her bir oruç için bir sa' (bin dirhemlik bir
hububat ölçeği) arpa veya yarım sa' buğday tasadduk etmelidir. Keza her
bir namaz (veya bir günlük namaz) için de aynı miktar mal tasadduk
etmelidir. Fakat çoğunluk, (ölünün) bedenî ibadetlerinin niyabeten
başkası tarafından ifa edilemeyeceğini söylemiştir.(43)
Ancak,
böyle bir kapı açmanın, insanları sağlıklarında kendilerinin yapmaları
gereken ibadetleri ihmal etmeye sevk edeceği endîşesiyle bazı alimler,
"hiçbir orucu tutamayacağını ancak keffaretini verebileceğini"
söylemişlerdir.(44)
5- Ölen kişi yerine yapılacak hac: Bir
kimse, ölmüş birisinin yerine hac yapıp sevabını ölüye bağışlayabilir.
Nitekim Ebu Davud'da Büreyde (r.a)'den rivayet edilen hadis-i şerifte,
hayatında iken hiç hac yapmayan annesinin yerine hac yapıp
yapamayacağını soran bir kadına, Rasulullah Efendimiz (s.a.v): "Evet,
ona bedel haccet" buyurarak ölmüş annesinin yerine haccetmesine izin
vermiştir.(45)
Her ne kadar cumhur, bedenî ibadetlerin niyabeten
başkası tarafından ifa edilemeyeceğini söylemişse de, acz şartıyla,
sadece hac farizasının bir başkası tarafından ifasını caiz görmüştür.
Acz'den murat, kişinin ölmüş olması ve iyileşme ümidinin kesilmesidir,
kötürüm bir kimse âcizdir. Bazı alimler, ölü adına nafile hac
yapılabileceğini de söylemişlerdir.(46)
Bir başka hadis-i şerifte
ise, ölenin yerine yapılan ibadetlerle onun borcunun ödenmiş olacağı ve
bunun ölünün semadaki ruhuna müjdeleneceği şöyle anlatılır: Zeyd ibn
Erkam (r.a) anlatıyor:
"Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: "Kim
ebeveyninden birine bedel haccederse, bu hacla onun borcunu ödemiş olur.
Bu durum, semadaki ruhuna müjdelenir. Kişi, anne ve babasına karşı
isyankâr bile olsa (bu iyiliği sebebiyle) Allah'ın nezdinde (iyi kullar
meyanında) yazılır."
Diğer bir rivayette ise: "Babası için bir hac, kendisi için yedi hac yazılır" buyurulmuştur. (47)
Tabii
ki, bu rivayetlerde zikredilen mana, sadece bir ibadetin yapılıp,
sevabının ölüye bağışlanmasının cevazına delalet eder. Cenab-ı Hakk'ın o
engin rahmetinden ümit edilir ki, o sevap nedeniyle, huzuruna ibadet
borcuyla gelen kullarını affeder, yoksa sağlığında fırsat elde iken bu
ibadeti terk eden ve bu halleri üzere ölenlerin elbette hesapları
görülecek ve cezaları verilecektir.
İbn-i Kudâme'nin de ifade
ettiği gibi ölü, başkaları tarafından yapılan ve sevabı kendisine
bağışlanan ibadetlerden istifade edebilir. Çünkü oruç, dua, istiğfar,
hac gibi ibadetler, bedenî ibadetlerdir. Allah Teâlâ, bunların ve bunlar
gibi diğer ibadetlerin sevaplarını da ölüye ulaştırır.(48)
Yalnız
bu gibi ibadet borçlarının üzerinde kalması için kişinin, mesela, oruç
için borçlandıktan sonra, hastalanıp ölünceye dek borcunu tutacak kadar
sıhhate kavuşamaması gibi meşru bir mazereti olmalıdır. Ancak böyle bir
özre binaen yapamamış olanlar için, geride kalanların, Allah'a karşı
olan borcunu onun adına ödemeleri sebebiyle Allah Teâlâ affeder, kasıtlı
olarak terk edenleri değil.(49)
6- Ölü adına kurban kesmek: Ölü adına kurban kesilerek tasadduk edilip sevabı ölüye bağışlanabilir.
Zikredeceğimiz şu vak'a ölünün gıyabında kurban kesilip sevabının ölüye
bağışlanabileceğini göstermektedir: Hâneş (r.a) anlatıyor: "Hz. Ali
(r.a)'yi gördüm, iki koç kesmişti." Dedi ki, "Biri kendim için, diğeri
Resulullah (s.a.v) için". Ve ilave etti: "Resulullah (s.a.v) böyle
vasiyet etti. Ben (hayatta olduğum müddetçe) ebediyen (bunu yapmayı)
terk etmeyeceğim."(50)
Hz. Ali (r.a)'nin kestiği bu kurban
Resulullah (s.a.v)'ın vefatından sonrası için söz konusudur. Ebu Davud,
hadisi "Ölü adına kurban" adını taşıyan bir bapta kaydeder. Tirmizî ise,
ölü adına kurban kesmeye, bir kısım alimlerin cevaz verirken bir kısım
alimlerin caiz bulmadığını kaydeder.
Ayrıca Hz. Peygamber
(s.a.v)'in ümmetinden Allah'ın birliğine ve kendisinin peygamberliğine
şehadet edenler adına da kurban kestiği de muhtelif rivayetlerde
gelmiştir.(51)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ölülerin arkasından
kurban kesip sevabını onlara bağışladığına göre, ölüler, kendileri için
yapılan hayır-hasenâtın hepsinden haberdar olmakta ve onların
sevaplarından faydalanmaktadırlar kanaati hasıl olmaktadır. Ancak,
avamdan bir çok insan, ölülerin arkasından onları memnun etmek ve
böylece isteklerine kavuşmak için kabir başlarında kurban keserler veya
bunu ölüye adarlar ki bu, tamamen yanlış bir inanç ve bid'at bir
harekettir. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz (s.a.v); "Kabirde
sığır, deve, koyun kesmek İslam'da yoktur"(52) buyurarak bunu
yasaklamıştır. Çünkü, kurban bir ibadettir ve ibadetler sadece ve sadece
Allah için yapılır. Bu sebeple bir kabir yada yatır için kesilen bir
kurban, bırakınız sevaba vesile olmasını, kesenin imanını alıp
götürebilecek ve şirk olabilecek bir davranıştır. Ve kesinlikle sakınmak
gerekir.(53) Bu, cahiliyye döneminden kalma bir âdettir. Çünkü o
dönemdeki Araplar, belirli zamanlarda veya ölü defnedilir edilmez hemen
sığır, deve veya koyun cinsinden bir hayvan getirip mezar başında kurban
ederler ve etini dağıtırlardı. Halbuki Allah Resulü (s.a.v), "Dine
muhalefetten sakının. Dine sonradan sokulan her şey bid'at ve her bid'at
da dalalet (sebebi)tir".(54) diyerek bid'atlara karşı bizi uyarmış ve
"Size sıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız iki şey
bırakıyorum: Allah'ın kitabı ve peygamberlerin sünneti..."(55) buyurarak
da bid'at ve sapıklıklara düşmemek için Kur'an'a ve sünnetine sarılmayı
tavsiye buyurmuştur.(56)
7- Kur'an okuyup sevabını ölüye bağışlamak: Alimler, namaz kılmak ve Kur'an okumak gibi ibadetlerin sevabının,
yapandan başkasına ulaşıp ulaşmayacağı konusunda ihtilaf edip iki görüş
ileri sürmüşlerdir:
Hanefî ile Hanbelî alimlerine ve Şafiî ve
Malikîlerin sonradan gelen alimlerine göre, ölü yanında okunan Kur'an'ın
sevabı ile Kur'an okumanın peşinden yapılan dua, orada bulunmasa da
ölüye ulaşır. Kur'an okumanın akabinde dua etmek ise daha çok kabule
şayandır ve kabul edilmesi daha çok umulur.
Malikîlerin önceki
fakihleriyle ilk Şafiîlerin meşhur olan görüşleri, ibadetlerin sevabının
yapandan başkasına ulaşmayacağı yolundadır.
Hanefîlere göre,
insan yaptığı amelin sevabını başkasına bağışlayabilir. İster namaz
olsun, ister oruç olsun, ister sadaka ve benzeri şeyler olsun fark
etmez. Bunların sevabını ölüye bağışlamak, kendi sevabından bir şey
eksiltmez.
Hanbelîlere göre, kabrin yanında Kur'an okumakta bir sakınca yoktur.
Mâlikîlere
göre, öldükten sonra kişi yahut kabri üzerine Kur'an okumak mekruhtur.
Çünkü selef böyle bir şey yapmamıştır. Fakat sonradan gelen Mâlikîlere
göre, Kur'an okuyup zikir yapmakta ve bunların sevabını ölüye
bağışlamakta bir sakınca yoktur. Ölü için de Allah'ın izniyle sevap
hasıl olur.
Şafiilerde meşhur olan görüşe göre, ölüye kendi
amelinden başkası fayda vermez. Ancak Şafiîlerin sonradan gelen
fakihleri, Kur'an okumanın sevabının ölüye ulaşacağı yolunda
açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu şekilde Şafiîlerin sonraki fakihlerinin
görüşü de diğer üç mezhebin görüşlerine uygunluk arz etmektedir.
Kur'an
okumak, belli bir maksat için diriye fayda verince, ölüye fayda vermesi
daha evladır. İbn Salâh'a göre, Kur'an okuma sonunda: "Allah'ım
okuduğumuz Kur'an'ın sevabını filancaya ulaştır" demesi ve okunan
Kur'an'ı dua kılması da uygun olur. Bu hususta uzak, yakın aynıdır
değişmez. Bunun fayda vereceğine kesin olarak inanmak lazımdır.(57)
Nitekim Peygamber (s.a.v) de, zaman zaman kabirlere uğrar ve oradakilere
dua ederlerdi. Bu konuda İbn Ebî Şeybe'den rivayet edilen hadis
şöyledir: "Hz. Peygamber (s.a.v) her yılın başında Uhud'daki şehitlerin
kabirlerine gelir ve şöyle derdi: "Sabrettiğiniz şeylere mukabil sizlere
selâm ve selâmet! Dünyanın en güzel neticesi budur!" Allah Resulü
(s.a.v), Bazen de Bakî' mezarlığına çıkar ve şöyle derdi: "Ey mü'minler
yurdunun sâkinleri! Selâm size! Bizler de inşallah sizlere kavuşacağız.
Allah Teâlâ'dan bizim ve sizin için âfiyet, ahiretle ilgili korku ve
sıkıntılardan selâmet ve siyanet dilerim."(58)
Görüldüğü üzere
Peygamber (s.a.v), dünyamızdan ayrılan insanlar için dua edip onlar
hakkında âfiyet ve selamet dilemektedir. Şayet ölülerin arkasından
yapılan duaların faydası olmayacak olsa idi Allah Resulü (s.a.v) böyle
bir davranışta bulunmazdı. Aksi bir durum, Allah Resulü'nün abesle
iştigali demektir ki, O, bundan fersah fersah uzaktır. Çünkü Kur'an-ı
Kerim'in ifadesiyle Efendimiz (s.a.v) asla hevâ'dan konuşmaz. O ne
konuşmuşsa vahiy kaynaklıdır.(59) Okunan Kur'an'ın sevabının önce Hz.
Peygamber (s.a.v)'e hediye edilmesi müstehaptır. Çünkü bizleri
sapıklıktan O kurtarmıştır. Bunda bir nevi Ona teşekkür ve güzel bir
mukabele vardır. Ölülerin arkasından okunan Fatiha, Yâsin ve Kur'an
hatmi gibi virtlerden her biri, bir anda sayısız kişilerin ruhlarına
yetişebilir ve onların hepsi de bu hediyeden nasiplerini alabilirler.
Çünkü bu Allah'ın kudretine ağır ve zor değildir.
Bazı alimler,
okunan kıraatin sevabının ölüye ulaşmasının yanında, sevabı ölüye
bağışlanmak şartıyla her güzel amelin sevabı da ulaşır demişlerdir.(60)
Yalnız bunların sevap kazanılacak şekilde yani sırf Allah rızası için
yapılması şarttır. Yoksa çoklarının yaptığı gibi parayla Kur'an okutup
ta ölüye bağışlatılmaz. Çünkü Kur'an okumak bir ibadettir. İbadet ise
parayla değil de Allah rızası için yapılınca sevabı olur ve bu sevap
onların ruhlarına bağışlanır. Aksi halde sevap olmaz ki bağışlansın.
Malikî
ve Şafiî mezhebinde meşhur olan görüşe göre, kendi ameli ve kesb'i
olmadığı için, Kur'an okumak da dahil, bedenî ibadetlerin hiçbirinin
sevabı ölüye ulaşmazken kabrin yanında okunduğunda, ölü, okunan Kur'an'ı
dinlediği için, dinleyici sevabı alır.(61)
Diğer bazı
müçtehitler de ancak evladın veya yakın akrabanın oruç, namaz ve
haccının vasıl olacağını ileri sürmüşlerdir. Fakat en isabetlisi, borç
ve mesuliyetlerin düşmesi bahis mevzuu olmadan, bağışlanan sevaptan
Müslüman ölülerin istifade edecekleri hükmü olsa gerektir.(62)
Fakat
şurası bir gerçektir ki, ölü, kendi yapmadığı ve ihmal ettiği
ibadetlerden mutlaka sorguya çekilecektir. Bazı cahil kimselerin
zannettikleri gibi, ıskatını vermekle, yahut fidye ve keffaretini
vermekle ölü, yüzde yüz mesuliyetten kurtulmuş olmaz. Eğer usulüne uygun
şekilde yapılmışsa, yapılan bu gibi iyi amellerin sevabı bağışlanmakla
sadece affı umulur.(63)
1. Ebû Davud, Vesâyâ, 3; Tirmizî, Vesâyâ, 7.
2.
Müslim, Vasiyyet, 14; Ebu Davud, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36,
Nesâî, Vesâyâ, 8; Dârimî, Mukaddime, 4; Ahmed İbn Hanbel, 2/372.
3. İbn Mace, Mukaddime, 20.
4. Buhari, Sahih, Rikak,42; Müslim, Sahih, Zühd, 5.
5.
Buhari, Enbiya, 1; Müslim, Vasiyyet, 3, İlim, 6; Ebu Davud, Sünen,
Vesaya,14, Cihat,15; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/372 (Meymeniyye-Kahire
1313); İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 20, 1975.
6. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453, 2. Baskı, Sebat Ofset, Konya, 1989.
7. İbn Kayyım el-Cevziyye, er-Ruh, 117; Beyrut, 1975.
8. Necm,53/39.
9. Yasin, 36/54.
10. Bakara, 2/286.
11. Haşr, 59/10.
12. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
13. Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 59.
14. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
15. Ebu Davud, Cenâiz, 56.
16. Müslim, Cenâiz, 103; İbn Mâce, Cenâiz, 36; Nesâî, Cenâiz, 103.
17. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 105-107, Marifet Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1984.
18. Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 76; İbn Mace, Sünen, Sadakat, 12.
19. Abdülkadir Mutlaku'r-Rahbavi, Ahiret Günü, 33; Terc. Ahmet Serdaroğlu-Lütfi Şentürk, Nur yay., 5. Baskı.
20. Buhari, Sahih, Havalat, 3; Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
21. Ebu Davud, Sünen, Edeb, 12; İbn Mace, Sünen, Edeb, 2.
22. Haşr, 59/10.
23. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 107.
24. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/509,6/252, (Meymeniyye-Kahire 1313); Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 72; İbn Mace, Sünen, Edeb, 1.
25. Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, 1/568, Beyrut, ts.
26. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
27. Eş'ari, Makalatu'l-İslamiyyin, 282.
28. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
29. Müslim, Sahih, Vasiyyet, 3; Ebu Davud, Sünen, Vesaya, 14.
30. Buhari, Sahih, Cenaiz, 94; Müslim, Sahih, Zekat,15; Ahmed İbn Hanbel, 2/371.
31. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 453.
32. Buhari, Sahih, Vesaya, 15, 20, 26.
33. Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, 1/568.
34. Ebu Davud, Sünen, Zekat, 42; Nesei, Sünen, Vesaya, 9.
35. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Terceme ve Şerhi, 10/54, Akçağ yayınları, Ankara, 1990.
36. Vehbe Zühayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, (Terc. Heyet) 3/9; Risale yayınları, İstanbul, 1990.
37.
Cemalüddin Ebî Muhammed Abdillah İbn Yusuf el-Hanefî ez-Zeyleî,
Nasbu'r-Râye li ehâdîsi'l-Hidâye, 2/463; Dâru'l-Hadîs, Kahire, ts.
38. Vehbe Zühayli, a.g.e, 3/207-208.
39. Buhari, Sahîh, Savm, 42; Müslim, Sahîh, Sıyâm, 27.
40. Nasıruddin el-Elbânî, Silsiletü'l-Ehâdîsi'd-Daîfe ve'l-Mevzûa, 1/169-170; Dımaşk, 1964.
41. Buhari, Sahîh, Savm, 42; Müslim, Sahîh, Sıyâm, 27.
42. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 459.
43. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.
44. Nâsıruddîn el-Elbânî, Ahkâmu'l-Cenâiz, 170; Beyrut, 1969.
45. Müslim, Sahîh, Sıyâm, 27.
46. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.
47. İbrahim Canan, a.g.e, 2/488.
48. Vehbe Zühaylî, a.g.e, 3/99.
49. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 460-61.
50. Tirmizi, Dâhâyâ, 2; Ebu Davud, Dâhâyâ, 2.
51. İbrahim Canan, a.g.e, 6/61.
52. Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 70.
53.
. İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu'l-Meâd, 1/146; İbn Kudâme, el-Muğnî,
2/379; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/97; Şeyh Ali Mahfuz, el-İbdâ, 186.
54. Dârimî, Mukaddime, 16.
55. İmam Malik, Muvatta', Kader, 3.
56.
İsmail Lütfi Çakan, Hurafeler ve Batıl İnanışlar, 64; Hayrettin
Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 109; Süleyman Toprak,
Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 471; Recep Aktaş, İslam Dininin
Yasak Ettiği Batıl İnanışlar, 43; Bahar yayınları, İstanbul, 1973.
57. Vehbe Zühaylî, a.g.e, 3/98-100.
58.
Müslim, Sahih, Cenaiz, 102; Farklı rivayetler için bkz.: Ebu Davud,
Sünen, Cenaiz, 79; Neseî, Sünen, Taharet, 109, Cenaiz, 103; İbn Mace,
Sünen, Cenaiz, 36, Zühd, 36.
59. Necm, 53/3.
60. Seyyid Sabık, a.g.e, 1/383.
61. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 462.
62. Hayrettin Karaman, İslamın Işığında Günün Meseleleri, 108.
63.
Azîmâbâdî, Avnu'l-Ma'bûd, 3/160, Hindistan Baskısı, Aynî,
Umdetü'l-Kari, 5/283, İstanbul Baskısı, İbn Kudâme, İbn Kudâme,
el-Muğnî, 2/423-424; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, 4/98-100, Mısır, 1952;
Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, 1/567-569, Beyrut, 1969; Reşid Rıza, 8/255;
Şeyh Ali Mahfûz, el-İbdâ fî Madarri'l-İbtidâ, 235 (4.Baskı); Süleyman
Toprak, Ölümden Sonraki Hayat-Kabir Hayatı, 460.
Doç. Dr. Hüdaverdi Adam, Köprü Dergisi
***********************************
Ölünün
Yedisi, Kırkı, Elli İkinci Gecesi Bu tür şeyler İslâm’da bulunmayan ve İslâm’ın
yaşandığı dönemlerde uygulanmayan bid’at davranışlardır. Buna benzer bid’atlar
hep dinî hayatın ve inançların zayıflamasıyla ortaya çıkar ve iki şeyi ispata
yarar:
1. Demek ki insanlar, inançsız yaşayamazlar. Eğer Allah’ın gönderdiği
gerçek dini öğrenip ona uymazlarsa kendileri icat ettikleri saçma, bâtıl
dinleri uygularlar.
2. İslâm dinini bilinçle yaşayan insanlar, bu tür bid’atlara ihtiyaç
duymazlar.
Ancak, bazı işlerin ölüye yarar sağlayacağı ve
bazı davranışların sevabının onlara ulaşacağı da bir gerçektir. Âlimlerin çoğu,
meselâ, ölen birisi için verilen sadakanın, yapılan hayırların, şartlarına
uygun olarak okunan Kur’ân-ı Kerim’in,
yapılan duaların ona ulaşacağını söylemişlerdir.
[54] Dirilerin ölülere duası, onlar adına sadaka
vermek kendilerine büyük ölçüde fayda verir.
[55]Tabiî
ki ölen kişinin mü’min olarak ölmüş olması gerekir. Mü’min olarak ölmeyenler
için yapılan hayırların, duaların asla kabul olmayacağını, ona fayda
sağlamayacağını Kur’ân-ı Kerim bildirmektedir.
[56][54] Faruk Beşer, a.g.e., 200-201
[55] İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber, Aliyyül-Kari Şerhi, Terc.
Vehbi Yavuz, s. 329
[56] Bkz. Bakara: 2/217